people, bridge, silhouette-8222322.jpg

ÖZSAYGI ÜZERİNE

2 


Kâğıtlar, kalemler, bantlar, zımbalar, fotokopi makineleri…

Her gün ama her gün aynı şeyler…

Barkın kafasını kaldırıp etrafına bakma gereği hissetti. Aslında birisini arıyordu gözleri. Fakat bunu da belli etmek istemedi. O yüzden, daimi çıkarlarına da uygun düşecek şekilde, kurumsal kurnazlığa yakışır bir stratejiyle hareket etmeye karar verdi: Önce fotokopi makinesine baktı ciddiyetle! Sanki kullanacakmış gibi bir hava sergilemeye özen gösteriyordu, öyle ki dikkat çekecek kadar, hatta makineyi kullanacak bir kişi “hızlı olacağım” bakışı bile atmıştı. Barkın gülümsemekle yetinip titiz bakışlarıyla etrafı araştırmaya başladı, bu bir iş başlangıcıydı çünkü. Herkese Barkın’ın çalışmaya başladığını gösteriyordu kendince. Bir sürü şey görmüş, bazı kişilerle selamlaşmış fakat asıl kişiyi bulamamıştı. Yoktu. Yüksek ihtimal geç kalmıştı.
Bilgisayarını çalıştıran düğmeye dokundu Barkın. Ellerini kafasının gerisinde birleştirdi bilgisayar açılırken. (Özgüven yansıtan -Barkın öyle düşünüyordu- bu duruş müdür tarafından da sıkça sergileniyordu.) 

Son izlenim: Yirmi iki kişinin çalıştığı geniş ofis doluyordu yavaş yavaş. Birkaç dakika sonra resmi olarak mesai başlayacaktı. Geç kalanların açıklama yapması gerekecekti. Onun açıklamasını merak ediyordu. 

O: Beyza… 

Beyza on üç dakika gecikmeden sonra girdi ofise. Açıklaması ise makuldü: Trafik!

Onu görmüş müydü Beyza? Gördüyse de umursamış mıydı? Bilmiyordu Barkın. Beyza yeni başlamıştı işe. Sosyal medya profiline bakılacak olursa yalnızdı, yani sevgilisi yoktu. Esmer, uzun boylu, erkeksi hatlara sahipti, hoş ve samimi bir hatundu. Aceleyle kuruldu masasına, çantasından dudak nemlendiricisini çıkardı. 

Açıldı Barkın’ın bilgisayarı. Ana sayfada kocaman bir logo onu karşıladı: “İnanç Sigorta!”

Kurumsal -olduğunu iddia eden bir- firmaydı İnanç Sigorta. Barkın konut sigortalarıyla ilgileniyor, müşterilerle genelde telefon üzerinden iletişim kuruyordu. Bu çağda sigorta için kimsenin ofisi ziyaret etmesine gerek yoktu. Firma, birkaç yıldır ücretsiz mesajlaşma uygulamaları üzerinden de fiyat veriyordu. Sigortacılık fiyat vermektir Türkiye’de. İçeriğini pek önemsemez müşteriler. Düşünce belli: “Sigorta işte, Allah kaza bela vermesin, âmin! Mümkünse en ucuzu olsun!” Oysa bilseler poliçelerdeki teminatları, farkları, açıklamaları; biraz daha dikkatli olurlardı.

Beyza’nın ayaklandığını görünce o da ayaklandı. Bugün hanımefendi üzerine mevsime uygun yünlü, rengârenk bir gömlek giymişti. Barkın, onun nereye gittiğini biliyordu, daha doğrusu düştüğünü: Müdürün odası! Müdürün odası sabahları kalabalık olurdu, iş ve genel muhabbet aynı anda döner, masada mutlaka pastane keseleri olurdu.

Müdür Beyza’ya selam verip ona döndü: “Gel aslanım. Seversin bu simitleri.”

…gayet laubali bir ortam!

Barkın müdüründen pek hazzetmese de gülerek katıldı muhabbete, yırtık bir zarfı katlayarak hemen bir tane simit parçaladı kendisi için. Ofistekilerle birlikte haftada bir gün halı sahaya gidiyorlardı. Müdürle aynı takımda oynadıkları için muhabbetleri fena değildi. Abi diyordu müdürüne Barkın. Fakat içten pazarlıklı ve tehlikeli buluyordu onu.

Beyza işe yeni başlayan her insan gibi bir adım geride duruyordu. Bir tek onun boynundan sarkan etiket ipi temiz ve nizamiydi. Çoğunluk takmamıştı bile… Elinde de kâğıtlar vardı, müdüre uzattı, müdür kâğıtları çayını yudumlarken kontrol etti, oradaki birçok kişinin ortak fikrine göre müdürün aklı okuduklarında değil, ortadaki simitlerdeydi. Barkın sırf müdürün damarına basmak için onun en sevdiği kaşarlı açmalardan son kalan parçaları seçti. 

Müdür kâğıtları uzatıp “Tamamdır Beyza,” dedi. Tam bir kurumsal dil, müthiş liderlik! 

“Neye tamam…” diye düşünen Beyza, “Tamam olmayanı da kendim bulurum,” diyerek düşünce silsilesini nihayete erdirip kendisine bir çay doldurdu. Müdürün sevdiği açmalarla dolu bir torba daha serildi masaya. Zayıflamak isteyen bu odaya girmemeliydi; evdeyken üşene sıkıla köşesinden ısırdığınız bayat bir poğaça parçası bile burada sihirli bir yiyecek gibi son sürat mideye indiriliyordu. İş yerinde kahvaltı, Sağlık Bakanlığı tarafından yasaklanmalıydı belki de.

Müdür “Reyhan,” dedi kıdemli bir çalışana: “Murat kardeşimin toplantısı nasıl geçmiş? Oradan güzel iş akıyor, sağ olsun, iyi müşteriler buluyor bize.”

Ağzında lokmalarla yakalanmıştı Reyhan. Şık giyimini kaba hareketlerle örtüyordu. Şehrin kuytusunda büyümüştü, tam bir cingözdü, kocasını bile işi için kullanmaktan geri durmuyordu. Tiksinti hissettiği Barkın. Doğru düzgün tanımadığı adam bir anda “kardeşi” olmuştu müdürün. Sırf esnaf çevresi var, iş bağlıyor diye… Reyhan da aynı telin aynı sesi…


Nasıl olduysa herkes dağıldı, Barkın müdürün odasında kaldı. Müdür pencereyi açıp bir sigara yaktı. Kendisine her şeyi hak görüyordu. “Yak bir tane sen de Barkın.”

Barkın da yaktı bir sigara… Mecburen yaklaştı müdürüne. Bir anda kendisini konuşmak zorunda hissedip “Müdürüm çok şıksınız bugün,” dedi.

“Öyleyim değil mi aslanım? Yeni aldım bu hırkayı. Yakışmış mı?”

“Gayet iyi, yakışmış müdürüm.”

“Barkın koçum, bu hafta seni sağda oynatalım, iyi dağıtıyorsun orayı.”

“Olur müdürüm.”

Müdür halı sahada kendisini orta sahada oynatıyor, takımın beyni olduğunu düşünüyor, hem tuhaf tuhaf paslar atıyor hem de maç boyu hiç susmuyordu.

“Müdürüm,” dedi Barkın: “Size bir şey danışacağım.”

“Söyle aslanım…”

“Burak abiyle ilgili. Müdürüm o adam biraz abartıyor sanki rakamları.”

“Nasıl abartıyormuş?”

Burak abisini düşündü Barkın, müdürü onu hiç sevmiyordu. Gevşekti Burak çünkü. Barkın da pek sevmiyordu. Ama bu gevşek adam eski çalışandı, patronların uzaktan akrabasıydı, gözü de müdürlükteydi. O yüzden Barkın hiç gereği yokken müdüre dedikodu üzerinden yanaşmayı doğru strateji olarak yorumlamıştı. Burak’a “sallarsa” müdürü onu daha çok sevebilirdi. Bu biraz da müdürün etiketiyle -kendisinin karizma sandığı şeyle- alakalıydı; Barkın gibiler ya ondan nefret etmeliydi ya da yaranmaya çalışmalıydı. Şöyle düşünüyordu Barkın: Müdür, ilerleyen zamanlarda kendi çetesinden birisini asla üzmezdi.

Bazı müdürler mıknatıs müdürlerdir. Mutlaka bir şeyleri çekmek isterlerdi. Bir şeylere ise tepkisiz kalırlardı.

…başladı bir dedikodu!

Barkın sigara içerken duyduğu bir saçma lafı bile söyledi: “Müdürüm… Onun biraderini geçen gözaltına almışlar. Kavga çıkarmış mekânda.”

“Yapma ya… Hergelelere bak sen…”

“Vallahi ben de şaşırdım. Burak abi de devreye falan girmiş. Tanıyormuş mekânı.”

“Tanır tabii. Alemci pezevenk…”

Öyle konuşuyordu ki imrenme, aşağılama, yaltaklanma üçgeni kuruyordu ses tonuyla.

“Müdürüm adamlar Kırşehirli!”

“Aynen, beklenir bunlardan her şey! Neyse sen hadi işinin başına…”

Barkın sigarasını söndürdü, önünde durduğu pencere kenarından ayrıldı, odadan çıkmadan önce nedense bağırarak “Müdürüm kral adamsınız. Seviyoruz sizi,” dedi. Müdür güldü peşinden.

Hemen yapması gereken telefon görüşmelerini yaptı Barkın. Üç müşteriyle görüşüp ikisine konut sigorta poliçesi kesti.

On numara gün açılışı! Bereketli bir sabah.

“Siftah sizden bereket Allah’tan…” dedi kikir kikir gülerek.

İlk boşluğunda ikinci bereketin peşine düştü, bu da olursa ondan mutlusu yoktu bugün! Sosyal medya profilini açıp son konuştuğu genç kadına mesaj yazdı. Bir süre onunla konuştu, bir buluşma koparmaya çalıştı. Bin bir lafla, uyanıklık ve lakayt tavırla kaptı buluşmayı. Genç kadın “Sen tam bir laf cambazısın, işinin adamısın,” demişti ona.

İkinci hedefi olan başka bir genç kadının paylaşımlarını gördü. Bu kadın çok aktif kullanıyordu sosyal medyayı. Bütün paylaşımlarına beğeniler attı. Çok da ileriye gitmiyordu Barkın. Uzaktan takip… Yedekte dursun stratejisi…

Liseden arkadaşını aradı sonra. Arkadaşı lüks bir araba almıştı. Barkın’ın niyeti o arabayı da kadraja alarak şöyle güzel bir fotoğraf çekinmekti. Bu iş için profesyonel makinesi olan bir arkadaşını ayarlamıştı. Akşam için sözleştiler. Hemen berberini arayıp akşam için randevu aldı. Saçına fotoğraf çekimi için şekil verdirtecekti. Bu tip fotoğraflar sosyal medyada çok iş yapıyordu! Bilekliğini kuzenine ödünç vermişti, onu geri almalıydı, hemen bir mesaj gönderdi kuzenine.

Barkın’ın yan masasında ofisin başarılı elemanlarından birisi oturuyordu. Sigortacılıkla ilgili bilmediği şey yoktu Yasemin isimli bu kart kadının. 

“Yasemin abla… Ablaların en güzeli… Şu Avni Bey’i arayacaktın.”

“Barkıncığım arayacağım dedim, daraltma beni… Aramadan önce o firmayla ilgili birkaç iş daha var, derleyip toparlamak lazım.”

Barkın birkaç gönül alıcı söz daha söyleyip önüne döndü. Avni Bey olarak bahsettikleri şahıs yanında altmış kişi çalıştıran bir patrondu. Hepsi için ortak konut sigortası teklif edecekti Barkın. Otuzunu bağlasa mükemmel olacaktı. Avni Bey’i açan anahtar Yasemin’deydi. O yüzden de “Kart karı,” deyip dalga geçtiği, erkek ortamlarında onun koca poposuna övgüler dizdiği bu kadına bugünlerde prensesler gibi davranıyordu.

Aklına geldi hemen, telefonuna sarıldı. Amcasının arabasını satacaktı, bu işle ilgili bir internet sitesine ilan koymuştu, alıcı olmaya niyetlenen insanların mesajlarını gördü. Çoğu kişi indirim yapmanın yollarını arıyordu. Ama Barkın yemezdi bu numaraları… İki kişiye görüşelim gibisinden bir mesaj attı. Araba için amcasının koyduğu değer, 220.000 TL idi. Barkın ise 230.000 TL’den ağzını açıyordu. Arta kalan para cebine girecekti. Üç beş, artık neyse! Emeğinin karşılığı…

Programı açmışken araba ilanlarını şöyle bir taradı. Gözüne üç araba kestirip fiyat gönderdi. Son senelerde bu işten birileri fena ekmek yiyordu, yani araba alım satımından. Barkın da üç beş yoluna bakmaya çalışıyordu. Annesinin altınlarını bu işe gömmüştü!

Beyza’nın ayaklandığını, bahçedeki sigara içen kalabalığa karıştığını gördü.

Hemen doğruldu Barkın, avının ağır hareketlerini gözleyen bir yırtıcı gibi dikkat kesildi ikinci hareketini gerçekleştirmeden önce. Kasıklarına doğru ilerleyen enerji akışını hissetti. “Ağır hareketlerde bereket vardır!” düsturuyla hareket ediyordu. Niyeti, daha doğrusu hayali, Beyza’nın da olduğu alkollü bir ortam kurmaktı. Fasıl olur, bar olur, hatta meyhane olur. “Orada da bu afete ilk kancayı atarım…” diye kurguluyordu. Çapkındı, övünürdü bununla, sırf yeni bir övünç kaynağı olsun diye Beyza’ya dikmişti gözünü. Maksadı namı yürüsün… Listesi kalabalıklaşsın. Çaktırmadan masada hazır duran parfümünü iki fıs sıkıp çıktı dışarıya. İmitasyon Zippo çakmağıyla sigarasını daha kapıdayken yakıp gösterişli bir giriş yaptı arkadaş ortamına. Arkadaşlarından birisi ona takılarak ortamda espri yapabileceği yanılgısına düşünce Barkın altta kalmayıp birkaç espri art arda patlattı. Birilerinin onunla dalga geçmesi hiç ama hiç sorun değildi. Kendisiyle barışık birisiydi Barkın. Ama o birisiyle dalga geçmeye başladığında genelde “ağlatırdı” muhatabını. “Senin nasıl gidiyor Beyza,” dedi bir ara gruptan ayrılıp genç kadına yaklaşarak.

“İyidir,” dedi Beyza sadece, biraz da az önceki şakalara gülerek: “Alıştım baya…”

Ah bu kötü çocukları seven kızlar… Barkın iyice şişinerek muhabbetle hiç alakası olmayan kişilere yüklendi: “Senin ortaklarda iş yok Beyza, baksana şu sıfata… Bu adam nasıl sağlık sigortası satabilir?”

Beyza hemen iş arkadaşını korudu gülümseyerek: “Tam aksine… Vedat çok iyi bence…”

Vedat da o an oradaydı ve Barkın’ı bir parça olsun umursamıyordu, “Oğlum Barkın,” dedi sesini yükselterek: “Bacın bile görümcesine benden sigorta kesiyor.”

Güldü Barkın da: “Bak Beyza doğru bu… Bir an yalnız bıraktım bunları. Bu Vedat sansarı ablamı almış oltaya. Bir baktım ablam görümcesine sigorta ayarlıyor.”

“Sansar demeyelim,” dedi Beyza gülerek: “Fırsatları değerlendiriyor diyelim.”

Hemen fark etti Barkın: Beyza, açmıştı gönül kapısını!

İş dünyasında yavaş olanın fotoğrafı çekilmezdi, hızlı olmalıydı, keza bu grup her an dağılabilirdi: “Hülya…” dedi arkadaşlarından birisine: “Ne zamandır çıkmıyoruz, şöyle bir toplansak mı acaba?” Muhabbet anında başladı, Hülya’da zaten gruptan birisiyle flört halindeydi. Barkın önce efendice dinledi konuşanları, ardından bu işlerin piriymiş gibi bir algı yaratıp yeni açılan bir mekândan bahsetti. Hiç gitmediği mekânı gitmiş gibi keyifli keyifli anlattı. Vedat da yeni ortağı Beyza’yı davet etme gerekliliği hissetti. İşindeki ilk günlerinde uyumsuz gözükmek istemeyen Beyza da mecbur kabul etti bu daveti. Tam detaylanıyordu ki plan müdür Beyza’yı çağırdı. Ardından dağıldı ekip.   

“Hadi nasip…” dedi Barkın sigarasını söndürürken. Koca ekranlı telefonuna bir mesaj düşmüştü, fiyat isteniyordu. “Maşallah akıyor bugün.” Tam masasına dönüyordu ki az önceki muhabbete şahit olan Murat isimli arkadaş yanında bitti: “Ulan,” dedi gülümseyerek: “Yoksa sen bu yeni kıza mı yürüdün az önce?”

“Yok be kanka… Ne yürüyeceğim!”

“Hadi lan dümbük! Tanımam mı ben seni? Ama kanka galiba birisiyle konuşuyormuş.”

Barkın güldü hemen: “Kanka sen ne biçim bir insansın ya… Ne dedikoducu bir adamsın!”

Bu esnada gülüyorlardı birbirlerine, Barkın “Kanka ciddi misin?” dedi göz kırparak. Utanma, sıkılma, geri çekilme gibi insana dair hoş duygulara yer yoktu Barkın’ın yaşantısında. Biraz ısrarcı olmanın çözüm olacağını düşündü. Başladı Beyza ile ilgili sorular sormaya.

“Darlama be oğlum,” dedi Murat bir yerden sonra: “Neyse ben iyice öğreneyim, paslaşırız bu meseleyi.”

“Kanka… sen adamların dibi… kankaların şahısın… yap şu işi, yaparsan sen yaparsın.”

“Ulan Barkın sen tam bir yavşaksın!”

“Düzgün konuş arkadaşınla. Yoksa ağzına biber sürerim. Benim sana yaptıklarımı unuttun mu şerefsiz?”

“İşin şakası oğlum ya… Takılıyorum sana. Bir değil, on karı sana feda olsun.”



Akşamüzeri, mesai bitimine yakın Barkın bilmem kaçıncı sigarasını söndürdükten sonra ofise girdi. Elinde de bir kutu fanta… Masasına dönmeden önce birkaç masaya daha uğradı. Birkaç kişinin işine salça oldu. Birkaç kadına iltifat edip öylece dolaştı durdu. Dışarıdan gören onu çalışıyor sanırdı. Tam masasına oturuyordu ki patronu gördü. Patron sık gelmezdi ofise. Kurdukları firmanın dört büyük ilçede şubeleri vardı. Bir de merkez ofis… Patron genelde orada takılır, bazen de arabasına binip şubeleri gezerdi. Patronun abisi siyasete girmişti, haliyle bütün konsantrasyonları o işlere kaymıştı. Asıl niyetleri iş çevrelerini genişletmekti, siyaset, ülkeye, vatandaşa hizmet falan umurlarında değildi. “Puşt herif,” dedi Barkın adamın bindiği arabayı görünce. Barkın bir yolda yürüyorsa eğer, genelde kaldırım kenarında park etmiş arabalarla ilgili şeyler düşünürdü. Direksiyon başındaki insanlar da ilgi alanıydı. Genelde de küfür ederek anardı onları. Barkın hemen dışarı çıktı. Patron o esnada ofisin önündeki taraçada müdür ve bir kadın personelle muhabbet ediyordu. Kadın personelin yakında düğünü olacaktı, o mesele hakkında konuşuyor olmaları muhtemeldi. Barkın başka bir gruba katıldı. Belki bir ihtimal patron onu yanına çağırır diye bekledi.

Kadın personel gittikten sonra patron onlara dönüp “Selam gençler,” dedi. Kırşehir’in bağrından kopan bir adamdı, samimi bir konuşması vardı. Hemen selam verdiler ona. Diğerlerinin aksine sesi biraz daha yüksek çıkmıştı Barkın’ın, “Ali Bey,” dedi: “Arabanızı yeni mi aldınız, size çok yakışmış.”

Kırşehirli Ali, önce biraz Para kazanmış, sonra Patron olmuş, sonra Bey olmuş; evler, arabalar, pahalı takım elbiseler almıştı. Başka bir şeye de gerek duymamıştı. Sonradan görmüştü ne gördüyse. Gördüğü her şeye de çok bağlanmıştı. Para onu delirtiyordu. Arabasının övülmesi de içten içe çok hoşuna gitmişti, zaten o yüzden biniyordu fakat zengin gözükmenin bir kuralı da “zenginliği” reddetmekti. Reddetmenin iki avantajı oluyordu, hem mütevazı gösteriyordu onu hem de onun parasından faydalanmak isteyenler karşısında doğal bir set oluşturuyordu.

…evvela reddetti Ali Bey: “Sağ ol Barkıncığım… Öyle işte eskisini verdik, bunu da kampanyayla, krediyle falan aldık işte.”

“Yalan söylüyorsun ibne,” diye düşündü oradaki herkes istisnasız. Fakat kimse dile getiremedi bunu. Barkın “Çok iyi yapmışsınız,” dedi sadece.

Ali Bey yeni arabasının bütün özelliklerini satıcı kadına anlattırmasına rağmen bilmiyormuş gibi yapıp herkesi arabasına sürüklemek için “Barkın aslanım, sen iyi anlıyorsun arabalardan,” dedi: “Gel de şu ekran zımbırtısına bir bakalım. Harita işini beceremedim ben.”

Arabanın akıllı bir anahtarı vardı, önce onu gösterdi Ali Bey, sanki kullanmaktan zevk almıyormuş gibi isteksiz gözüktü. Oysa bu anahtarla uyuyabilirdi. Açtı kapıları falan… Araba, fazla fazla para ödenerek Ali Bey’in tercih ettiği renklerle döşenmişti. Bunu anlattı bir süre Ali Bey. Hediye diye söyledi bu renk seçeneğini. Herkes biliyordu ki bu araba iş yeri üzerine kayıtlıydı, gelir kalemi gösteriliyor, bu sayede vergilendirme düşük çıkıyordu. Hemen kurcaladı Barkın arabayı. Diğerleri de katıldılar bu furyaya. Barkın şoför koltuğundaydı, şöyle bir yayıldı, kendisini denedi. “Ulan,” dedi içinden: “Şu göt bu arabaya binebiliyor, benim gibi aslan parçaları binemiyor.” Pratik bir işleve sahip sesiyle -yaltaklanmaya yarayan- başladı anlatmaya. O anlattıkça Ali Bey mest oluyordu yan koltukta. Diğerleri de öylesine dinliyorlardı.

“Barkın,” dedi Ali Bey, kimsenin beklemediği samimi bir sesle: “Şunu al da şu aşağıdaki oto yıkamacıya götür hele. Seramik mi ne kaplanıyormuş. Serviste çok para istediler. Hallet şu işi gözüm. En iyi sen anlarsın bu işten.”

Yavaş bir sesle “Olur Ali Bey…” dedi Barkın. Biraz bozulmuştu. Sonuçta o bir sigortacıydı, ofis elemanıydı, böyle her işe koşturulacak bir adam değildi! Yine de zevk alıyor gibi gözükmeye çalışıp -kimseye ezdirmezdi kendini- gülümsedi cevap verirken. Diğerleri ise Ali Bey’i ve ona benzeyen patronları iyi tanıdıkları için bu isteği hiç umursamadılar. Türkiye’de böyle patronlar vardı; garsonu şoför, şoförü çocuk bakıcısı, bakıcıyı temizlikçi gibi kullanan… Samimiyet deniyordu buna! Aile gibi!

Ali Bey, ofise doğru giderken geride kalanlardan birisi “İbneye bak,” dedi: “Kendisine şoför arıyor. Barkın’a da iyi oldu. Boş boş konuşuyordu.”

Birisi de “Barkın iyi çocuk ama yalakalığı abartıyor…” deyip arkadaşını destekledi.

Üçüncü bir kişi de genelleştirdi konuyu, bu kişinin politik bilgisi takdir görürdü arkadaşları arasında; ciddi, mesafeli, görgülü ve emekçi bir adamdı: “Bu yapılan şeyden nefret ediyorum abi ben! Rica bile etmiyor, götür hele diyor gevşek gevşek… Geçen duydum ya, bir bakanlıkta, yanındaki üniversite mezunu arkadaşına çocuk baktıran daire başkanı varmış.”

İlk konuşan “Abi bu iyi niyeti suiistimal etmektir,” dedi: “Başka bir şey değil!”

Politik şahıs “Bu şerefsizliktir,” deyip kapadı konuyu. Hep beraber ofise girdiler.

Barkın oto yıkamacıya sanki kendi arabasını sürüyormuş gibi girdi. Yol boyunca arabayı camları açık kullandı, etrafa pozlar attı. Arabadan inişiyle oto yıkamacıların bildiği gerçeği bile esnetti, sanki patronuyla aralarında bir arkadaş ilişkisi varmış gibi bir tavır takındı. Üstten bir dille arabaya yapılacakları anlattı. Fiyat alma gereği bile hissetmedi. Biliyordu ki patronu pazarlığa oturur, canını çıkarırdı buradakilerin.

Barkın bekleme odasına geçti bir çalımla. Evvela yayılmayı denedi oturduğu kırmızı koltukta, sonra bacak üstüne attı. Telefonunu ve cüzdanını aynı elinde taşıyordu. Ufak bir tespih çıkardı cebinden. Güneş gözlüğünü kafasının tepesine yerleştirdi. Ayağında siyah kösele ipsiz ayakkabılardan vardı. Elbette babet çoraplar… Kısa paça pantolon ve gövdesini saran bir gömlek giymişti. Kendisi için getirilen çayı içip ofise gitmek üzere ayaklandı. Sonra vazgeçti ofise gitmekten. Gitti bir kahve evine, kendisine kahve söyledi. Yanında dizüstü bilgisayarı vardı, işleri bu şekilde de yürütebilirdi; madem patron ona şoför muamelesi yapıyordu, o halde bugün sigortacı değildi. Tabii yine de birkaç müşteriyi oracıkta aradı. Şansına yağıyordu iş… Büyük bir çiftliği sigortalatmıştı!

Kendisine ödül olarak bir tatlı söyledi.

“Beyza…” diye kükredi kendince.