
Sek Sek
Cortâzar
– SEKSEK
1.
DOSYA
Sadece 1. ve 2. Bölüm
Dünya edebiyatının nadide bir çiçeğidir Seksek romanı. Kendine has okuma düzeniyle özellikle dikkat
çeker. Paris betimlerinin önemseneceği, ilk cümlelerden itibaren kendisini
belli eder. Anlatıcımızın erkek olduğunu hissederiz, kendisi sokakları
dolaşarak La Maga isimli bir kadını aramaktadır. Bu kadın onun sevgilisidir.
Aralarındaki ilişki çalkantılı, yoğun ve ilginçtir.
S 34: Birbirimize âşık
değildik ama ustaca sevişirdik, soğukça, kusurlar bularak; ama sonra korkunç
bir sessizlik içine düşerdik, bardağımızdaki biranın köpüğü kanımızda tıpa
olur, ısıtırdı bizi, daralırdık; birbirimize bakar durur ve herhalde işte bu
olmalı zaman diye düşünürdük.
Anlatıcımızın adını
öğreniriz: Horacio Oliviera. Kendileri Arjantin’de burjuva bir aileye
mensuptur. Maddi anlamda belli bir rahatlığı olduğu sezilmektedir. Paris’teki
göçmenliğinin sebebi kültüreldir. Bir düşünce adamıdır Oliviera. La Maga ise
onun sevgilisidir, ondan farklı, ondan daha sadedir. Uruguay vatandaşıdır,
oğluyla birlikte çıkıp gelmiştir Paris’e. Delidolu, tutkulu, aykırı bir
kadındır. Oliviera’nın eğitimli çevresinin içinde biraz yabancı kalıyordur,
onların sohbetlerinde bazen boğuluyordur.
S 55: Ona karşı kaba ve
haşin davranmış olmaktan biraz utanırlardı. La Maga da böylesi zamanlardan
yararlanarak hemen bir bira daha sipariş ederdi, yanında da bir patates
kızartması.
Horacio ve La Maga yüksek
bir tutkuyla bağlıdırlar birbirlerine; sevdikleri eylem ise muhiti söyleyip net
bir yer vermeden buluşma çabalarıdır, yani rastlantısal… Çoğu sefer bulurlar
birbirlerini. Bu onları çok güldürür. La Maga sevgilisinden bir şeyler
öğrenmeye çalışır. Haracio ise ona ressamlardan bahseder mesela.
S 72: Paradoksal olarak
ele alırsak, Klee daha alçakgönüllüdür çünkü seyircinin çokça katılımını
gerekli kılar, Klee kendiyle yetinmez. Aslında Klee tarihtir, Mondrian ise
zamansızdır.
Oliviera’nın
arkadaşlarından bahsetmek gerekir bu aşamada. Evvela Roland, Etienne, Baps,
Wong ve Gregorovius… Bu isimler de Oliviera ile benzer sebeplere sahiptir
Paris’te olmak için: Aydınlanma! Bir araya gelişlerini “Kulüp”
ismiyle simgeleştirirler. Mütemadiyen caz müzik dinlerler. Haliyle de romana da
sızar caz müziğe ait önemli eserler, sanatçılar… Gregorovius, arkadaşı
Oliviera’yı şöyle anlatır:
S 109: Oliviera hastalık
derecesinde aşırı duyarlı biri, çevresini saran dünyanın onu getirdiği her
şeye, yaşanan dünyaya karşı çok duyarlı. Kısacası koşullar tüketiyor onu. Daha
da kısaca anlatmak istersek, dünya yaralıyor onu.
Arkadaşlık üzerine sıkı
bir ilişki ağı betimler Cortâzar. Nitelikli bir ilişkidir bu. Tutkulu muhabbetler
okuruz. Mesela caz müzik nedir bu arkadaş grubu için?
S 113: … müzik şölenine
şölen demeyen kişileri ürküten bir müziktir caz; dünya böyle döner işte, caz
ise göçmen kuş gibidir, bir yerden bir yere göçendir ya da göçmendir ya da
konaklayandır, sınırları aşandır, gümrüklerle dalga geçen, durmaksızın koşan ve
karşılığını da bulan bir şeydir.
Roman bilinçli
kalabalıkların rahatsız edici uğultusunu aktarır. Oliviera ve La Maga ise
kritik bir aşamaya sürüklenmişlerdir ilişkide: La Maga’nın oğlu Rocamadour
hastadır ve ilgiye muhtaçtır… Aynı eve sıkışırlar, özellikle çocuğun sürekli
ağlaması Oliviera’yı rahatsız eder. Paris’i bir de bir evin içinden okuruz, bu
manada hoş bir deneyimdir bu. Çünkü ev küçük, hayaller ve yaşamlar büyüktür.
“Paris sıkıntısı” diye bir durumu zaman zaman farklı eserlerde farklı yazarlar
tarafından da okumuşuzdur. Genelde bu sıkıntıya iki tip insan yakalanır.
Birinci tip hayal ettiği insanları ve ortamı bulamaz Paris’te. İkinci tip ise
hayal ettiği ortamları bulur ama kendisini oraya ait hissedemez. Bu tiplemeleri
ustaca yazmıştır Cortâzar. Romanın dramatik ögesi ise aydınlanma yolundaki
gençleri varoluşsal bir sıkıntıya sürükleyecek kadar karmaşık bir mesele
üzerinden kurguya katılmıştır. Yine de muhabbet daima insana dair, yaşamaya
dairdir. Sözcükler, felsefe denizine dökülen sözcükler…
S 240: Ne zaman ki bir
şey usulünce işler, kendini tutsak edilmiş gibi duyumsarsın, elin kolun
bağlanır. Hepimiz biraz böyleyiz, bir sürü başarısız yazar, çizer, ne bileyim
çünkü bir kariyerimiz yok, ne bir unvan… Bu nedenle hepimiz Paris’teyiz koca
oğlan; ve de senin ünlü anlamsız ve saçman, eninde sonunda, bir tür anarşik
düşünceye dönüşür, sen de zaten ne olup ne olmadığını tam bilemiyorsun ya.
Kara haber: La Maga’nın
hasta çocuğu Rocamadaur ölmüştür. Bunu ilk Oliviera fark etmiş, sonra
arkadaşlarına anlatmıştır. Ama kimse söyleyememiştir La Maga’ya. La Maga
çocuğuna ilaç içirmek için kalktığında yüzleşir gerçekle. Oliviera erken
ayrılır o geceden; La Maga için bir şey yapılamayacağını düşünmüş, duygusal
değil realist davranmıştır; belki de zor gelmişti onu öyle acılar içinde
görmek. Bir de suçlu bulmuştur kendisine: Gregorovius. Nedense ona karşı bazı
olumsuz düşünceleri vardır. Gregorovius ise ölü çocuğun başında beklemiş, son
ana kadar La Maga ile olmuştur. La Maga, bir süre sonra çıkmıştır herkesin
hayatından. Oliviera ve Gregorovius ise diş dişeydiler.
S 253: Onunla yatmadım
demekten bıktım usandım sana, yorgun düştüm, görüyorsun ki birbirimize sen diye
hitap edecek tek bir neden yok artık. La Maga kesinlikle boğulmuş bile olsa,
kendini nehre atsa yani, acısının etkisiyle der, anlardım; o kadar
sarılmaların, öpüşlerin, avutucu sözlerin arasında yine de tamam derdim.
Roman üç başlıkla
ayrılır, ikinci başlık keskin bir devinimle açılır: Oliviera ülkesine geri
dönmüştür. Traveler isimli bir tanıdığının yanına yerleşmiştir. Sirkte çalışan
Traveler, Talita isimli bir kadınla evlidir. Oliviera ise arkadaşlarıyla aynı
işe girişir ve Gekrepten isimli bir kadınla birlikte olmaya başlar. Paris ise
bir anıdan ibarettir. Fransa’nın o sohbet havasından eyleme geçilmiş gibidir,
Traveler neşeli, enerjik, delidolu bir tiptir. Gekrepten ise sade, genelde
mutlu ve rahat bir kadındır. Oliviera ise boğulmuş bir insan izlenimi verir.
Onu diğerleri pek anlayamaz.
S 358: “Seni
anladığıma emin değilim,” dedi Traveler. “Belki de gökkuşağı çok da
fena değildir. Ama neden bu kadar tahammülsüzsün? Yaşa ve yaşat,
kardeşim.”
Oliviera içine kapanmış,
aksi bir adam olmuştur; öyle bir izlenim edinir okur, sıla özlemi çeken insana
özgü bir sıkıntıdır bu… İçine girdiği ortamı ise yergilerle kavrar. Güney
Amerika ülkeleri Avrupa’ya göre daha düzensizdir, kurallar genel geçerdir,
diktatörler coğrafyasıdır. Bu coğrafya Oliviera için de bir sürpriz
hazırlamıştır. Çalıştıkları sirkin patronu yeni bir iş kurmuştur: Bir
psikiyatri kliniği… Talita eczaneden, Oliviera ve Traveler ise genel düzenden
sorumludur. Onları iten duygu ise çok basittir: Merak.
S 425: Doktorlar – üç
kişiydiler – sabahları hastaları yokluyorlar, başkaca da kimseyi rahatsız
etmiyorlardı. Büyük pokerci stajyer doktorlar Oliviera ve Traveler sıkı dost
olmuşlar şimdiden, üçüncü kattaki odasında, nefis beşliler, floş royaller,
onluk, yüzlük pesoların konduğu çanak elden ele geziyordu ki demeyin gitsin.
Hastalar mı onlar da iyiydiler, sağ olsundu soranlar.
2.
DOSYA
Bu kült roman farklı bir
okuma akışına sahiptir. Kitabın Ahmet Cemal tarafından yazılan ön sözünde bu
farklılık güzelce açıklanır.
Üç bölümden oluşan roman
toplam 750 sayfadır.
478 sayfası 1. ve 2.
bölüme aittir.
Geri kalan kısım 3.
bölümdür.
3. bölüm romana devam
niteliğinde bazı metinlerden oluşur. Okunması mecbur değildir. Fakat ön sözde
belirtilen karışık sıralamayla okunduğunda roman tüm derinliğini yansıtmış
olur.
Ben de iki ayrı dosya
hazırladım. Birinci dosyada ilk iki bölüme dair, ikinci dosyada ise tüm
bölümlere ait inceleme mevcuttur.
•
Roman ön sözdeki şu
cümlelerle okuruna güzel bir selam verir.
S 12: Okuma sırasındaki
bu sıçramalar, bir seksek oyununa benzetilebilir. Aynı zamanda bu sıçramalar,
insanoğlunun yaşadığı dünyanın parçalanmışlığının gizemli bir simgesi yerine de
geçebilir.
Ardından sarsıcı bir
Paris betimi gelir. Birey irdelenir. Edebiyat ve sanatla ilgili bazı görüşler
belirtilir.
S 520: Kent ürküntü
verici bir iğne, deliği ise gece, Seine adlı iplik de bu delikten geçmekte.
Kendi yapıtımız içinde tüketiyoruz kendimizi, ne görkemli, ölümcül oyun öyle,
Anka kibirle meydan okuyor.
Paris’e ineriz, içini
dökmek isteyen titiz bir anlatıcıyla karşılaşırız; erkek diye tahmin yürütürüz,
Arjantin’li olduğunu öğreniriz, onun hüznüne katılıp şehrin sokaklarında
geziniriz. Gurbette bir genç hayal ederiz; bu genç La Maga isimli birisini arıyordur,
romantik bir arayıştır bu. Aslında bir iç dökümü, özlem…
S 26: Bir gün Paris’e
geldiğimi ve orada herkesin yaptığını yaparak, herkesin gördüğünü görerek,
başkasından ödünç alınmış bir zaman süresini yaşadığımı biliyorum.
Üçüncü bölüme ait
metinler Seksek eserinin ortaya çıkışındaki düşünce akışını yansıtmak için
yazılmışlardır. Edebiyat ve sanat üzerine bazı düşünceleri aktararak devam eder
yazar.
S 647: Haz veren
romanları yazanlar artık kesinkes ileriyi görecek kişiler değiller, kâhin ise
asla; ama öte yandan, saf, betimleyici tekniklerden, ‘davranış’ romanlarından,
görüntü avantajı bile olmayan basit film senaryolarından da bıktık.
Anlatıcımızın adını
öğreniriz: Horacio Oliviera. Kendileri Arjantin’de burjuva bir aileye
mensuptur. Maddi anlamda belli bir rahatlığı olduğu sezilmektedir. Paris’teki
göçmenliğinin sebebi kültüreldir. Bir düşünce adamıdır Oliviera. La Maga ise
onun sevgilisidir, ondan farklı, ondan daha sadedir. La Maga’nın gözünde
Oliviera farklı renklerin karışımından oluşan hareketsiz bir nokta gibidir.
S 47: İlkeler
doğrultusunda mı yola çıkarsın? Aman ne karmaşık şey! Bir tanık gibisin sen.
Müzeye gidip tabloları seyreden birisin. Şunu demek istiyorum, tablolar orada
ve sen de müzedesin, hem de çok yakınında resimlerin hem de iyice uzağında.
Ben, bense bir tabloyum. Rocamadour da bir tablo, Etienne de, bu oda da bir
tablo. Sen bu odaya baktığını, gördüğünü sanıyorsun ama odada bile
değilsin.”
İnsana dairdir roman. Bir
anlama çabası mevcuttur. Ama romanın merkezinde insan mı vardır, yoksa anlama
çabası mı? Bu iki soru romanı sürükleyen gizemdir.
S 547: Beni başkaları
nasıl görebilirse öyle görüyorum kendimi. Önemsiz şey: Bu nedenle bu kadar kısa
sürüyor. Kusurumu ölçüyorum, bakıyorum da yokuz da ondan ya da yanlışlar
sonucu, kendi kendimizi hiçbir zaman göremiyoruz. Olmadığım şeyi görüyorum bu
kez.
Rocamadaur, La Maga’nın
oğludur. La Maga Uruguay vatandaşıdır, oğluyla birlikte çıkıp gelmiştir
Paris’e. Delidolu, tutkulu, aykırı bir kadındır. Oliviera’nın eğitimli
çevresinin içinde biraz yabancı kalıyor, onların sohbetlerinde bazen
boğuluyordur.
S 55: Ona karşı kaba ve
haşin davranmış olmaktan biraz utanırlardı. La Maga da böylesi zamanlardan
yararlanarak hemen bir bira daha sipariş ederdi, yanında da bir patates
kızartması.
Romanın üçüncü bölümünü
genel olarak Prof. Morelli isimli birisinin düşünceleri kaplar. Kimdir Morelli,
gerçek midir, onu pek anlayamayız; internette bakınca da bir şey bulamayız,
haliyle hayali bir karakter olarak görmeye başlarız. Kendisi birçok mesele
hakkında fikir sahibidir, sanki Avrupa’ya tepeden bakan ithal bir göz gibidir.
S 513: Zamanın elinden
tarih adlı kırbaç alınsa, bütün boktan yasalar, amaçların, filan yere
kadar’ların oluşturduğu yaralar deşilene dek güzellik kavramını kendi içinde
biten bir son gibi algılamayı sürdüreceğiz, barışı da, her zaman kapının bu
yakasında ve arzu edilen bir mülk gibi; ve gerçeği söylemek gerekirse, bu
tarafı da pek berbat değil kapının hani, insan kötü duyumsamıyor kendi bu
tarafta da; birçok insan, hoş parfümlerle, iyi ve şık giyimlerle, nitelikli bir
edebiyatla, stereofonik aygıtlarla kendini avutan bir yaşamı sürdürüyor, o
halde yeryüzünde gerçekten “zaman” diye bir şey varsa ve tarih de
doruk noktasına varmış da eğer insan soyu Ortaçağ’dan çıkmış, Sibernetik Çağ’a
giriyorsa, ne diye kaygılanıp durmalı ki?
Oliviera’nın
arkadaşlarından bahsetmek gerekir bu aşamada. Evvela Roland, Etienne, Baps,
Wong ve Gregorovius…
Bu isimler de Oliviera
ile benzer sebeplere sahiptir Paris’te olmak için: Aydınlanma! Bir araya
gelişlerini “Kulüp” ismiyle simgeleştirirler. Mütemadiyen caz müzik
dinlerler. Haliyle de romana da sızar caz müziğe ait önemli eserler,
sanatçılar… Gregorovius, arkadaşı Oliviera’yı şöyle anlatır:
S 109: Oliviera hastalık
derecesinde aşırı duyarlı biri, çevresini saran dünyanın onu getirdiği her
şeye, yaşanan dünyaya karşı çok duyarlı. Kısacası koşullar tüketiyor onu. Daha
da kısaca anlatmak istersek, dünya yaralıyor onu.
Caz müzik nedir bu
arkadaş grubu için?
S 113: … müzik şölenine
şölen demeyen kişileri ürküten bir müziktir caz; dünya böyle döner işte, caz
ise göçmen kuş gibidir, bir yerden bir yere göçendir ya da göçmendir ya da
konaklayandır, sınırları aşandır, gümrüklerle dalga geçen, durmaksızın koşan ve
karşılığını da bulan bir şeydir.
Üçüncü bölümde Prof.
Morelli bize edebiyatla ilgili bir şeyler anlatır; Cortázar’a, romandaki
deyimiyle Fransızlaşmış Arjantin’li bir aydının düşüncelerine ulaşırız.
S 537: Romantik romancı
anlaşılmak ister; ya doğrudan doğruya ister bunu, ya kahramanları aracılığıyla;
klasik romancı öğretmek ister sürekli, tarihin akışı içinde iz bırakmak ister.
Üçüncü bir olasılık: okuyucusu suç ortağı, yol arkadaşı yapmak. Ondan
zamandaşlık ister, öyle ya okurken zamanı yok etmektedir okuyucu ve yazarının zamanına
uyarlamaktadır kendini.
Roman bilinçli
kalabalıkların rahatsız edici uğultusunu aktarır. Oliviera ve La Maga ise
kritik bir aşamaya sürüklenmişlerdir ilişkide: La Maga’nın oğlu Rocamadour
hastadır ve ilgiye muhtaçtır… Aynı eve sıkışırlar, özellikle çocuğun sürekli
ağlaması Oliviera’yı rahatsız eder. Paris’i bir de bir evin içinden okuruz, bu
manada hoş bir deneyimdir bu. Çünkü ev küçük, hayaller ve yaşamlar büyüktür.
“Paris sıkıntısı” diye bir durumu zaman zaman farklı eserlerde farklı yazarlar
tarafından da okumuşuzdur. Genelde bu sıkıntıya iki tip insan yakalanır.
Birinci tip hayal ettiği insanları ve ortamı bulamaz Paris’te. İkinci tip ise
hayal ettiği ortamları bulur ama kendisini oraya ait hissedemez. Bu tiplemeleri
ustaca yazmıştır Cortâzar. Romanın dramatik ögesi ise aydınlanma yolundaki
gençleri varoluşsal bir sıkıntıya sürükleyecek kadar karmaşık bir mesele
üzerinden kurguya katılmıştır. Yine de muhabbet daima insana dair, yaşamaya
dairdir. Sözcükler, felsefe denizine dökülen sözcükler…
S 240: Ne zaman ki bir
şey usulünce işler, kendini tutsak edilmiş gibi duyumsarsın, elin kolun
bağlanır. Hepimiz biraz böyleyiz, bir sürü başarısız yazar, çizer, ne bileyim
çünkü bir kariyerimiz yok, ne bir unvan… Bu nedenle hepimiz Paris’teyiz koca
oğlan; ve de senin ünlü anlamsız ve saçman, eninde sonunda, bir tür anarşik
düşünceye dönüşür, sen de zaten ne olup ne olmadığını tam bilemiyorsun ya.
Kara haber: La Maga’nın
hasta çocuğu Rocamadaur ölmüştür. Bunu ilk Oliviera fark etmiş, sonra
arkadaşlarına anlatmıştır. Ama kimse söyleyememiştir La Maga’ya. La Maga
çocuğuna ilaç içirmek için kalktığında yüzleşir gerçekle. Oliviera erken
ayrılır o geceden; La Maga için bir şey yapılamayacağını düşünmüş, duygusal
değil realist davranmıştır; belki de zor gelmişti onu öyle acılar içinde
görmek. Bir de suçlu bulmuştur kendisine: Gregorovius. Nedense ona karşı bazı
olumsuz düşünceleri vardır. Gregorovius ise ölü çocuğun başında beklemiş, son
ana kadar La Maga ile olmuştur. La Maga, bir süre sonra çıkmıştır herkesin
hayatından. Oliviera ve Gregorovius ise diş dişeydiler.
S 253: Onunla yatmadım demekten bıktım usandım sana, yorgun düştüm, görüyorsun ki birbirimize sen diye hitap edecek tek bir neden yok artık. La Maga kesinlikle boğulmuş bile olsa, kendini nehre atsa yani, acısının etkisiyle der, anlardım; o kadar sarılmaların, öpüşlerin, avutucu sözlerin arasında yine de tamam derdim.
Sayfalar aktıkça üçüncü
bölümde Oliviera’nın Paris’teki deneyimlerini de okuruz. Kısa anlardır bu
deneyimler… Fakat etkileyici, yaşama tesir etmiş görüntüler… Daha iyi
tanırız Oliviera’yı. Bizi alır Paris’te farklı sokaklara, şarap içip çöp
toplayan insanların arasına da sokar, felsefi sohbet ortamlarına da…
S 107: Bu da öbürleri
gibi önyargı bende. Toplumun katmanları, kıvrımları var.
Romana dair düğümlerden
biri erken çözülür. Morelli’nin kim olduğunu, Oliviera ile tanışmasını
öğreniriz. Aslında her şey bir tesadüfü izleyen merak duygusuyla ilgilidir.
S 736: Ne tuhaf, aramızda
geceler boyunca tartışmamıza rağmen sizin Paris’te olabileceğinizi hiç
düşünmemiştik.
Roman üç başlıkla
ayrılır, ikinci başlık keskin bir devinimle açılır: Oliviera ülkesine geri
dönmüştür. Traveler isimli bir tanıdığının yanına yerleşmiştir. Sirkte çalışan
Traveler, Talita isimli bir kadınla evlidir. Oliviera ise arkadaşlarıyla aynı
işe girişir ve Gekrepten isimli bir
kadınla birlikte olmaya başlar. Paris ise bir anıdan ibarettir. Fransa’nın o
sohbet havasından eyleme geçilmiş gibidir, Traveler neşeli, enerjik, delidolu
bir tiptir. Gekrepten ise sade, genelde mutlu ve rahat bir kadındır. Oliviera
ise boğulmuş bir insan izlenimi verir. Onu diğerleri pek anlayamaz.
S 358: “Seni
anladığıma emin değilim,” dedi Traveler. “Belki de gökkuşağı çok da
fena değildir. Ama neden bu kadar tahammülsüzsün? Yaşa ve yaşat,
kardeşim.”
Oliviera içine kapanmış,
aksi bir adam olmuştur; öyle bir izlenim edinir okur, sıla özlemi çeken insana
özgü bir sıkıntıdır bu… İçine girdiği ortamı ise yergilerle kavrar. Güney Amerika
ülkeleri Avrupa’ya göre daha düzensizdir, kurallar genel geçerdir, diktatörler
coğrafyasıdır. Bu coğrafya Oliviera için de bir sürpriz hazırlamıştır.
Çalıştıkları sirkin patronu yeni bir iş kurmuştur: Bir psikiyatri kliniği…
Talita eczaneden, Oliviera ve Traveler ise genel düzenden sorumludur. Onları
iten duygu ise çok basittir: Merak.
S 425: Doktorlar – üç
kişiydiler – sabahları hastaları yokluyorlar, başkaca da kimseyi rahatsız
etmiyorlardı. Büyük pokerci stajyer doktorlar Oliviera ve Traveler sıkı dost
olmuşlar şimdiden, üçüncü kattaki odasında, nefis beşliler, floş royaller,
onluk, yüzlük pesoların konduğu çanak elden ele geziyordu ki demeyin gitsin.
Hastalar mı onlar da iyiydiler, sağ olsundu soranlar.
Romanın sonuna yaklaşınca
yazar bizi “eli kalem tutan her insanın” düştüğü bir duruma götürür.
S 501: Sayfa tek bir
cümleden ibaret: “Aslında ben daha öteye gidilemeyeceğini biliyordum çünkü
daha ötesi yok.” Bu tümce bütün sayfa boyunca yinelenerek yazılmış,
sayfanın görünümü bir duvara benziyor, bir engeli andırıyor. Ne nokta var, ne
virgül ne de marj çizgisi. Sonuç olarak tümcenin anlamını neredeyse resimleyen
sözcüklerden bir duvar, arkasında bir şey olmayan bir engele şiddetle çarpmak.
Bir psikiyatri kliniği
bir tiyatro sahnesine nasıl dönüşür? Elbette hayal gücüyle… Oliviera son
oyununu oynamak için hazırlanır. Arkadaşı Trevaler ise onu inceliyordur, bir
deliyi inceler gibi.
S 476: Traveler, aslında, biraz daha az bir imgelem gücü olsa, Allah’ın cezası imgelem gücü, Oliviera’nın olmak zorunda olduğu şey durumundaydı; ülkesi beden olan bir insan, kendi, bedeninin insanıydı Oliviera, yoldan çıkmış, yolunu şaşırmış türün, iflah olmaz yanlışı; ama nice güzellikler var bu yanlışta; beş bin yıllık yalan dolan nice güzel; şu yaşlar dolu gözlerde, “Kilitle kapıyı, onlara güvenmiyorum,” diyen seste nice güzellik vardı, ne sevgi vardı öyle bir kadının beline dolanan kolda.