Sek Sek

Cortâzar – SEKSEK

1. DOSYA

           

            Sadece 1. ve 2. Bölüm

Dünya edebiyatının nadide bir çiçeğidir Seksek romanı. Kendine has okuma düzeniyle özellikle dikkat çeker. Paris betimlerinin önemseneceği, ilk cümlelerden itibaren kendisini belli eder. Anlatıcımızın erkek olduğunu hissederiz, kendisi sokakları dolaşarak La Maga isimli bir kadını aramaktadır. Bu kadın onun sevgilisidir. Aralarındaki ilişki çalkantılı, yoğun ve ilginçtir.

S 34: Birbirimize âşık değildik ama ustaca sevişirdik, soğukça, kusurlar bularak; ama sonra korkunç bir sessizlik içine düşerdik, bardağımızdaki biranın köpüğü kanımızda tıpa olur, ısıtırdı bizi, daralırdık; birbirimize bakar durur ve herhalde işte bu olmalı zaman diye düşünürdük.

 

Anlatıcımızın adını öğreniriz: Horacio Oliviera. Kendileri Arjantin’de burjuva bir aileye mensuptur. Maddi anlamda belli bir rahatlığı olduğu sezilmektedir. Paris’teki göçmenliğinin sebebi kültüreldir. Bir düşünce adamıdır Oliviera. La Maga ise onun sevgilisidir, ondan farklı, ondan daha sadedir. Uruguay vatandaşıdır, oğluyla birlikte çıkıp gelmiştir Paris’e. Delidolu, tutkulu, aykırı bir kadındır. Oliviera’nın eğitimli çevresinin içinde biraz yabancı kalıyordur, onların sohbetlerinde bazen boğuluyordur.

S 55: Ona karşı kaba ve haşin davranmış olmaktan biraz utanırlardı. La Maga da böylesi zamanlardan yararlanarak hemen bir bira daha sipariş ederdi, yanında da bir patates kızartması.

 

Horacio ve La Maga yüksek bir tutkuyla bağlıdırlar birbirlerine; sevdikleri eylem ise muhiti söyleyip net bir yer vermeden buluşma çabalarıdır, yani rastlantısal… Çoğu sefer bulurlar birbirlerini. Bu onları çok güldürür. La Maga sevgilisinden bir şeyler öğrenmeye çalışır. Haracio ise ona ressamlardan bahseder mesela.

S 72: Paradoksal olarak ele alırsak, Klee daha alçakgönüllüdür çünkü seyircinin çokça katılımını gerekli kılar, Klee kendiyle yetinmez. Aslında Klee tarihtir, Mondrian ise zamansızdır.

 

Oliviera’nın arkadaşlarından bahsetmek gerekir bu aşamada. Evvela Roland, Etienne, Baps, Wong ve Gregorovius… Bu isimler de Oliviera ile benzer sebeplere sahiptir Paris’te olmak için: Aydınlanma! Bir araya gelişlerini “Kulüp” ismiyle simgeleştirirler. Mütemadiyen caz müzik dinlerler. Haliyle de romana da sızar caz müziğe ait önemli eserler, sanatçılar… Gregorovius, arkadaşı Oliviera’yı şöyle anlatır:

S 109: Oliviera hastalık derecesinde aşırı duyarlı biri, çevresini saran dünyanın onu getirdiği her şeye, yaşanan dünyaya karşı çok duyarlı. Kısacası koşullar tüketiyor onu. Daha da kısaca anlatmak istersek, dünya yaralıyor onu.

 

Arkadaşlık üzerine sıkı bir ilişki ağı betimler Cortâzar. Nitelikli bir ilişkidir bu. Tutkulu muhabbetler okuruz. Mesela caz müzik nedir bu arkadaş grubu için?

S 113: … müzik şölenine şölen demeyen kişileri ürküten bir müziktir caz; dünya böyle döner işte, caz ise göçmen kuş gibidir, bir yerden bir yere göçendir ya da göçmendir ya da konaklayandır, sınırları aşandır, gümrüklerle dalga geçen, durmaksızın koşan ve karşılığını da bulan bir şeydir.

 

Roman bilinçli kalabalıkların rahatsız edici uğultusunu aktarır. Oliviera ve La Maga ise kritik bir aşamaya sürüklenmişlerdir ilişkide: La Maga’nın oğlu Rocamadour hastadır ve ilgiye muhtaçtır… Aynı eve sıkışırlar, özellikle çocuğun sürekli ağlaması Oliviera’yı rahatsız eder. Paris’i bir de bir evin içinden okuruz, bu manada hoş bir deneyimdir bu. Çünkü ev küçük, hayaller ve yaşamlar büyüktür. “Paris sıkıntısı” diye bir durumu zaman zaman farklı eserlerde farklı yazarlar tarafından da okumuşuzdur. Genelde bu sıkıntıya iki tip insan yakalanır. Birinci tip hayal ettiği insanları ve ortamı bulamaz Paris’te. İkinci tip ise hayal ettiği ortamları bulur ama kendisini oraya ait hissedemez. Bu tiplemeleri ustaca yazmıştır Cortâzar. Romanın dramatik ögesi ise aydınlanma yolundaki gençleri varoluşsal bir sıkıntıya sürükleyecek kadar karmaşık bir mesele üzerinden kurguya katılmıştır. Yine de muhabbet daima insana dair, yaşamaya dairdir. Sözcükler, felsefe denizine dökülen sözcükler…

S 240: Ne zaman ki bir şey usulünce işler, kendini tutsak edilmiş gibi duyumsarsın, elin kolun bağlanır. Hepimiz biraz böyleyiz, bir sürü başarısız yazar, çizer, ne bileyim çünkü bir kariyerimiz yok, ne bir unvan… Bu nedenle hepimiz Paris’teyiz koca oğlan; ve de senin ünlü anlamsız ve saçman, eninde sonunda, bir tür anarşik düşünceye dönüşür, sen de zaten ne olup ne olmadığını tam bilemiyorsun ya.

 

Kara haber: La Maga’nın hasta çocuğu Rocamadaur ölmüştür. Bunu ilk Oliviera fark etmiş, sonra arkadaşlarına anlatmıştır. Ama kimse söyleyememiştir La Maga’ya. La Maga çocuğuna ilaç içirmek için kalktığında yüzleşir gerçekle. Oliviera erken ayrılır o geceden; La Maga için bir şey yapılamayacağını düşünmüş, duygusal değil realist davranmıştır; belki de zor gelmişti onu öyle acılar içinde görmek. Bir de suçlu bulmuştur kendisine: Gregorovius. Nedense ona karşı bazı olumsuz düşünceleri vardır. Gregorovius ise ölü çocuğun başında beklemiş, son ana kadar La Maga ile olmuştur. La Maga, bir süre sonra çıkmıştır herkesin hayatından. Oliviera ve Gregorovius ise diş dişeydiler.

S 253: Onunla yatmadım demekten bıktım usandım sana, yorgun düştüm, görüyorsun ki birbirimize sen diye hitap edecek tek bir neden yok artık. La Maga kesinlikle boğulmuş bile olsa, kendini nehre atsa yani, acısının etkisiyle der, anlardım; o kadar sarılmaların, öpüşlerin, avutucu sözlerin arasında yine de tamam derdim.

 

Roman üç başlıkla ayrılır, ikinci başlık keskin bir devinimle açılır: Oliviera ülkesine geri dönmüştür. Traveler isimli bir tanıdığının yanına yerleşmiştir. Sirkte çalışan Traveler, Talita isimli bir kadınla evlidir. Oliviera ise arkadaşlarıyla aynı işe girişir ve Gekrepten isimli bir kadınla birlikte olmaya başlar. Paris ise bir anıdan ibarettir. Fransa’nın o sohbet havasından eyleme geçilmiş gibidir, Traveler neşeli, enerjik, delidolu bir tiptir. Gekrepten ise sade, genelde mutlu ve rahat bir kadındır. Oliviera ise boğulmuş bir insan izlenimi verir. Onu diğerleri pek anlayamaz.

S 358: “Seni anladığıma emin değilim,” dedi Traveler. “Belki de gökkuşağı çok da fena değildir. Ama neden bu kadar tahammülsüzsün? Yaşa ve yaşat, kardeşim.”

 

Oliviera içine kapanmış, aksi bir adam olmuştur; öyle bir izlenim edinir okur, sıla özlemi çeken insana özgü bir sıkıntıdır bu… İçine girdiği ortamı ise yergilerle kavrar. Güney Amerika ülkeleri Avrupa’ya göre daha düzensizdir, kurallar genel geçerdir, diktatörler coğrafyasıdır. Bu coğrafya Oliviera için de bir sürpriz hazırlamıştır. Çalıştıkları sirkin patronu yeni bir iş kurmuştur: Bir psikiyatri kliniği… Talita eczaneden, Oliviera ve Traveler ise genel düzenden sorumludur. Onları iten duygu ise çok basittir: Merak.

S 425: Doktorlar – üç kişiydiler – sabahları hastaları yokluyorlar, başkaca da kimseyi rahatsız etmiyorlardı. Büyük pokerci stajyer doktorlar Oliviera ve Traveler sıkı dost olmuşlar şimdiden, üçüncü kattaki odasında, nefis beşliler, floş royaller, onluk, yüzlük pesoların konduğu çanak elden ele geziyordu ki demeyin gitsin. Hastalar mı onlar da iyiydiler, sağ olsundu soranlar.

 

  

2. DOSYA

 

Bu kült roman farklı bir okuma akışına sahiptir. Kitabın Ahmet Cemal tarafından yazılan ön sözünde bu farklılık güzelce açıklanır.

Üç bölümden oluşan roman toplam 750 sayfadır.

478 sayfası 1. ve 2. bölüme aittir.

Geri kalan kısım 3. bölümdür.

3. bölüm romana devam niteliğinde bazı metinlerden oluşur. Okunması mecbur değildir. Fakat ön sözde belirtilen karışık sıralamayla okunduğunda roman tüm derinliğini yansıtmış olur.

 

Ben de iki ayrı dosya hazırladım. Birinci dosyada ilk iki bölüme dair, ikinci dosyada ise tüm bölümlere ait inceleme mevcuttur.

 

Roman ön sözdeki şu cümlelerle okuruna güzel bir selam verir.

S 12: Okuma sırasındaki bu sıçramalar, bir seksek oyununa benzetilebilir. Aynı zamanda bu sıçramalar, insanoğlunun yaşadığı dünyanın parçalanmışlığının gizemli bir simgesi yerine de geçebilir.

 

Ardından sarsıcı bir Paris betimi gelir. Birey irdelenir. Edebiyat ve sanatla ilgili bazı görüşler belirtilir.

S 520: Kent ürküntü verici bir iğne, deliği ise gece, Seine adlı iplik de bu delikten geçmekte. Kendi yapıtımız içinde tüketiyoruz kendimizi, ne görkemli, ölümcül oyun öyle, Anka kibirle meydan okuyor.

 

Paris’e ineriz, içini dökmek isteyen titiz bir anlatıcıyla karşılaşırız; erkek diye tahmin yürütürüz, Arjantin’li olduğunu öğreniriz, onun hüznüne katılıp şehrin sokaklarında geziniriz. Gurbette bir genç hayal ederiz; bu genç La Maga isimli birisini arıyordur, romantik bir arayıştır bu. Aslında bir iç dökümü, özlem…

S 26: Bir gün Paris’e geldiğimi ve orada herkesin yaptığını yaparak, herkesin gördüğünü görerek, başkasından ödünç alınmış bir zaman süresini yaşadığımı biliyorum.

Üçüncü bölüme ait metinler Seksek eserinin ortaya çıkışındaki düşünce akışını yansıtmak için yazılmışlardır. Edebiyat ve sanat üzerine bazı düşünceleri aktararak devam eder yazar.

S 647: Haz veren romanları yazanlar artık kesinkes ileriyi görecek kişiler değiller, kâhin ise asla; ama öte yandan, saf, betimleyici tekniklerden, ‘davranış’ romanlarından, görüntü avantajı bile olmayan basit film senaryolarından da bıktık.

 

Anlatıcımızın adını öğreniriz: Horacio Oliviera. Kendileri Arjantin’de burjuva bir aileye mensuptur. Maddi anlamda belli bir rahatlığı olduğu sezilmektedir. Paris’teki göçmenliğinin sebebi kültüreldir. Bir düşünce adamıdır Oliviera. La Maga ise onun sevgilisidir, ondan farklı, ondan daha sadedir. La Maga’nın gözünde Oliviera farklı renklerin karışımından oluşan hareketsiz bir nokta gibidir.

S 47: İlkeler doğrultusunda mı yola çıkarsın? Aman ne karmaşık şey! Bir tanık gibisin sen. Müzeye gidip tabloları seyreden birisin. Şunu demek istiyorum, tablolar orada ve sen de müzedesin, hem de çok yakınında resimlerin hem de iyice uzağında. Ben, bense bir tabloyum. Rocamadour da bir tablo, Etienne de, bu oda da bir tablo. Sen bu odaya baktığını, gördüğünü sanıyorsun ama odada bile değilsin.”

 

İnsana dairdir roman. Bir anlama çabası mevcuttur. Ama romanın merkezinde insan mı vardır, yoksa anlama çabası mı? Bu iki soru romanı sürükleyen gizemdir.

S 547: Beni başkaları nasıl görebilirse öyle görüyorum kendimi. Önemsiz şey: Bu nedenle bu kadar kısa sürüyor. Kusurumu ölçüyorum, bakıyorum da yokuz da ondan ya da yanlışlar sonucu, kendi kendimizi hiçbir zaman göremiyoruz. Olmadığım şeyi görüyorum bu kez.

 

Rocamadaur, La Maga’nın oğludur. La Maga Uruguay vatandaşıdır, oğluyla birlikte çıkıp gelmiştir Paris’e. Delidolu, tutkulu, aykırı bir kadındır. Oliviera’nın eğitimli çevresinin içinde biraz yabancı kalıyor, onların sohbetlerinde bazen boğuluyordur.

S 55: Ona karşı kaba ve haşin davranmış olmaktan biraz utanırlardı. La Maga da böylesi zamanlardan yararlanarak hemen bir bira daha sipariş ederdi, yanında da bir patates kızartması.

 

Romanın üçüncü bölümünü genel olarak Prof. Morelli isimli birisinin düşünceleri kaplar. Kimdir Morelli, gerçek midir, onu pek anlayamayız; internette bakınca da bir şey bulamayız, haliyle hayali bir karakter olarak görmeye başlarız. Kendisi birçok mesele hakkında fikir sahibidir, sanki Avrupa’ya tepeden bakan ithal bir göz gibidir.

S 513: Zamanın elinden tarih adlı kırbaç alınsa, bütün boktan yasalar, amaçların, filan yere kadar’ların oluşturduğu yaralar deşilene dek güzellik kavramını kendi içinde biten bir son gibi algılamayı sürdüreceğiz, barışı da, her zaman kapının bu yakasında ve arzu edilen bir mülk gibi; ve gerçeği söylemek gerekirse, bu tarafı da pek berbat değil kapının hani, insan kötü duyumsamıyor kendi bu tarafta da; birçok insan, hoş parfümlerle, iyi ve şık giyimlerle, nitelikli bir edebiyatla, stereofonik aygıtlarla kendini avutan bir yaşamı sürdürüyor, o halde yeryüzünde gerçekten “zaman” diye bir şey varsa ve tarih de doruk noktasına varmış da eğer insan soyu Ortaçağ’dan çıkmış, Sibernetik Çağ’a giriyorsa, ne diye kaygılanıp durmalı ki?

 

Oliviera’nın arkadaşlarından bahsetmek gerekir bu aşamada. Evvela Roland, Etienne, Baps, Wong ve Gregorovius…

Bu isimler de Oliviera ile benzer sebeplere sahiptir Paris’te olmak için: Aydınlanma! Bir araya gelişlerini “Kulüp” ismiyle simgeleştirirler. Mütemadiyen caz müzik dinlerler. Haliyle de romana da sızar caz müziğe ait önemli eserler, sanatçılar… Gregorovius, arkadaşı Oliviera’yı şöyle anlatır:

S 109: Oliviera hastalık derecesinde aşırı duyarlı biri, çevresini saran dünyanın onu getirdiği her şeye, yaşanan dünyaya karşı çok duyarlı. Kısacası koşullar tüketiyor onu. Daha da kısaca anlatmak istersek, dünya yaralıyor onu.

 

Caz müzik nedir bu arkadaş grubu için?

S 113: … müzik şölenine şölen demeyen kişileri ürküten bir müziktir caz; dünya böyle döner işte, caz ise göçmen kuş gibidir, bir yerden bir yere göçendir ya da göçmendir ya da konaklayandır, sınırları aşandır, gümrüklerle dalga geçen, durmaksızın koşan ve karşılığını da bulan bir şeydir.

 

Üçüncü bölümde Prof. Morelli bize edebiyatla ilgili bir şeyler anlatır; Cortázar’a, romandaki deyimiyle Fransızlaşmış Arjantin’li bir aydının düşüncelerine ulaşırız.

S 537: Romantik romancı anlaşılmak ister; ya doğrudan doğruya ister bunu, ya kahramanları aracılığıyla; klasik romancı öğretmek ister sürekli, tarihin akışı içinde iz bırakmak ister. Üçüncü bir olasılık: okuyucusu suç ortağı, yol arkadaşı yapmak. Ondan zamandaşlık ister, öyle ya okurken zamanı yok etmektedir okuyucu ve yazarının zamanına uyarlamaktadır kendini.

 

Roman bilinçli kalabalıkların rahatsız edici uğultusunu aktarır. Oliviera ve La Maga ise kritik bir aşamaya sürüklenmişlerdir ilişkide: La Maga’nın oğlu Rocamadour hastadır ve ilgiye muhtaçtır… Aynı eve sıkışırlar, özellikle çocuğun sürekli ağlaması Oliviera’yı rahatsız eder. Paris’i bir de bir evin içinden okuruz, bu manada hoş bir deneyimdir bu. Çünkü ev küçük, hayaller ve yaşamlar büyüktür. “Paris sıkıntısı” diye bir durumu zaman zaman farklı eserlerde farklı yazarlar tarafından da okumuşuzdur. Genelde bu sıkıntıya iki tip insan yakalanır. Birinci tip hayal ettiği insanları ve ortamı bulamaz Paris’te. İkinci tip ise hayal ettiği ortamları bulur ama kendisini oraya ait hissedemez. Bu tiplemeleri ustaca yazmıştır Cortâzar. Romanın dramatik ögesi ise aydınlanma yolundaki gençleri varoluşsal bir sıkıntıya sürükleyecek kadar karmaşık bir mesele üzerinden kurguya katılmıştır. Yine de muhabbet daima insana dair, yaşamaya dairdir. Sözcükler, felsefe denizine dökülen sözcükler…

S 240: Ne zaman ki bir şey usulünce işler, kendini tutsak edilmiş gibi duyumsarsın, elin kolun bağlanır. Hepimiz biraz böyleyiz, bir sürü başarısız yazar, çizer, ne bileyim çünkü bir kariyerimiz yok, ne bir unvan… Bu nedenle hepimiz Paris’teyiz koca oğlan; ve de senin ünlü anlamsız ve saçman, eninde sonunda, bir tür anarşik düşünceye dönüşür, sen de zaten ne olup ne olmadığını tam bilemiyorsun ya.

 

Kara haber: La Maga’nın hasta çocuğu Rocamadaur ölmüştür. Bunu ilk Oliviera fark etmiş, sonra arkadaşlarına anlatmıştır. Ama kimse söyleyememiştir La Maga’ya. La Maga çocuğuna ilaç içirmek için kalktığında yüzleşir gerçekle. Oliviera erken ayrılır o geceden; La Maga için bir şey yapılamayacağını düşünmüş, duygusal değil realist davranmıştır; belki de zor gelmişti onu öyle acılar içinde görmek. Bir de suçlu bulmuştur kendisine: Gregorovius. Nedense ona karşı bazı olumsuz düşünceleri vardır. Gregorovius ise ölü çocuğun başında beklemiş, son ana kadar La Maga ile olmuştur. La Maga, bir süre sonra çıkmıştır herkesin hayatından. Oliviera ve Gregorovius ise diş dişeydiler.

S 253: Onunla yatmadım demekten bıktım usandım sana, yorgun düştüm, görüyorsun ki birbirimize sen diye hitap edecek tek bir neden yok artık. La Maga kesinlikle boğulmuş bile olsa, kendini nehre atsa yani, acısının etkisiyle der, anlardım; o kadar sarılmaların, öpüşlerin, avutucu sözlerin arasında yine de tamam derdim.

 

Sayfalar aktıkça üçüncü bölümde Oliviera’nın Paris’teki deneyimlerini de okuruz. Kısa anlardır bu deneyimler… Fakat etkileyici, yaşama tesir etmiş görüntüler… Daha iyi tanırız Oliviera’yı. Bizi alır Paris’te farklı sokaklara, şarap içip çöp toplayan insanların arasına da sokar, felsefi sohbet ortamlarına da…

S 107: Bu da öbürleri gibi önyargı bende. Toplumun katmanları, kıvrımları var.

 

Romana dair düğümlerden biri erken çözülür. Morelli’nin kim olduğunu, Oliviera ile tanışmasını öğreniriz. Aslında her şey bir tesadüfü izleyen merak duygusuyla ilgilidir.

S 736: Ne tuhaf, aramızda geceler boyunca tartışmamıza rağmen sizin Paris’te olabileceğinizi hiç düşünmemiştik.

 

Roman üç başlıkla ayrılır, ikinci başlık keskin bir devinimle açılır: Oliviera ülkesine geri dönmüştür. Traveler isimli bir tanıdığının yanına yerleşmiştir. Sirkte çalışan Traveler, Talita isimli bir kadınla evlidir. Oliviera ise arkadaşlarıyla aynı işe girişir ve  Gekrepten isimli bir kadınla birlikte olmaya başlar. Paris ise bir anıdan ibarettir. Fransa’nın o sohbet havasından eyleme geçilmiş gibidir, Traveler neşeli, enerjik, delidolu bir tiptir. Gekrepten ise sade, genelde mutlu ve rahat bir kadındır. Oliviera ise boğulmuş bir insan izlenimi verir. Onu diğerleri pek anlayamaz.

S 358: “Seni anladığıma emin değilim,” dedi Traveler. “Belki de gökkuşağı çok da fena değildir. Ama neden bu kadar tahammülsüzsün? Yaşa ve yaşat, kardeşim.”

 

Oliviera içine kapanmış, aksi bir adam olmuştur; öyle bir izlenim edinir okur, sıla özlemi çeken insana özgü bir sıkıntıdır bu… İçine girdiği ortamı ise yergilerle kavrar. Güney Amerika ülkeleri Avrupa’ya göre daha düzensizdir, kurallar genel geçerdir, diktatörler coğrafyasıdır. Bu coğrafya Oliviera için de bir sürpriz hazırlamıştır. Çalıştıkları sirkin patronu yeni bir iş kurmuştur: Bir psikiyatri kliniği… Talita eczaneden, Oliviera ve Traveler ise genel düzenden sorumludur. Onları iten duygu ise çok basittir: Merak.

S 425: Doktorlar – üç kişiydiler – sabahları hastaları yokluyorlar, başkaca da kimseyi rahatsız etmiyorlardı. Büyük pokerci stajyer doktorlar Oliviera ve Traveler sıkı dost olmuşlar şimdiden, üçüncü kattaki odasında, nefis beşliler, floş royaller, onluk, yüzlük pesoların konduğu çanak elden ele geziyordu ki demeyin gitsin. Hastalar mı onlar da iyiydiler, sağ olsundu soranlar.

 

Romanın sonuna yaklaşınca yazar bizi “eli kalem tutan her insanın” düştüğü bir duruma götürür.

S 501: Sayfa tek bir cümleden ibaret: “Aslında ben daha öteye gidilemeyeceğini biliyordum çünkü daha ötesi yok.” Bu tümce bütün sayfa boyunca yinelenerek yazılmış, sayfanın görünümü bir duvara benziyor, bir engeli andırıyor. Ne nokta var, ne virgül ne de marj çizgisi. Sonuç olarak tümcenin anlamını neredeyse resimleyen sözcüklerden bir duvar, arkasında bir şey olmayan bir engele şiddetle çarpmak.

Bir psikiyatri kliniği bir tiyatro sahnesine nasıl dönüşür? Elbette hayal gücüyle… Oliviera son oyununu oynamak için hazırlanır. Arkadaşı Trevaler ise onu inceliyordur, bir deliyi inceler gibi.

S 476: Traveler, aslında, biraz daha az bir imgelem gücü olsa, Allah’ın cezası imgelem gücü, Oliviera’nın olmak zorunda olduğu şey durumundaydı; ülkesi beden olan bir insan, kendi, bedeninin insanıydı Oliviera, yoldan çıkmış, yolunu şaşırmış türün, iflah olmaz yanlışı; ama nice güzellikler var bu yanlışta; beş bin yıllık yalan dolan nice güzel; şu yaşlar dolu gözlerde, “Kilitle kapıyı, onlara güvenmiyorum,” diyen seste nice güzellik vardı, ne sevgi vardı öyle bir kadının beline dolanan kolda.

Julio Cortázar - Seksek