yaşlı adam ve deniz
Yakın zamanda okuduğum Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek isimli eserin son sözünde Hemingway’den bahsedilir. Ben de bir süredir okumak üzere kitaplıkta bekletiyordum bu eseri. Hoş bir tesadüf oldu. Büyük puntolarla yazılmış bu uzun öykü Küba’da yaşayan yaşlı bir denizciye odaklanır. Balıkçı, o günlerde talihsizliklerle boğuşan ve istediği kadar balık tutamayan nazik bir adamdır.
S 16: “Teşekkürler” dedi yaşlı adam. Ne vakit alçakgönüllülüğe eriştiğini düşünemeyecek kadar saftı. Ama eriştiğini ve bunun utanılacak bir şey olmadığını, hakiki gururdan bir şey kaybettirmediğini biliyordu.
…ve bir çocuk! Bu çocuk balıkçılığı yaşlı adamın yanında öğrenmiştir fakat yaşlı adamın bahtsızlığı onu başka bir tekneye geçmeye zorlamıştır. Okur, sevimli laflar eden bu çocukla çabucak bağ kurar; babasının zoruyla başka tekneye gitmesi, ardından ustasını unutmaması ve onun için iyi bir şeyler yapmaya çalışması takdire şayandır. İç acıtıcı bir yoksulluk betimiyle Hemingway okuru iyice sarsar: Bu öyle bir yoksulluktur ki yaşlı adam ve çocuk çok basit şeyleri bile “varmış gibi” düşünerek hayali muhabbetlere dalarlar. Yaşlı balıkçının denize açılması gereklidir, çocuk ona zor bulunan sardalye yemlerinden temin eder; aslında birlikte açılmayı da teklif eder ama yaşlı adam kabul etmez, sabah olduğunda birlikte denize doğru yürürler.
32: “Çocuk o sırada sardalyeler ve gazete kâğıdına sarılı iki yemle dönmüştü; ayaklarının altında çakılı kumu duyumsayarak patikadan kayığa indiler, kayığı kaldırıp suya sürdüler. “İyi şanslar ihtiyar.”
Yaşlı balıkçı açılır okyanusa, sabah erkenden, kendi gibi balıkçı dostlarıyla birlikte. Her biri bir yere dağılır. Başlar bir gözlem… Balık nerede olabilirdi? Yanına doğru düzgün yiyecek bile almayan yaşlı adamın gözcülüğü ve deniz tecrübesi dikkat çekicidir. Evvela su üzerinde uçan kuşları seyreder. Ardından denizi…
S 41: Dimdik inerek suda gözden kaybolduklarından emin olmak için misinalarını gözledi; o kadar çok plankton gördüğüne memnundu çünkü bu balık demekti. Güneşin suda yarattığı tuhaf ışık, güneş artık daha yüksek olduğu için, güzel hava anlamına geliyordu, karanın üstündeki bulutların biçimi de.
Misinanın ucuna ciddi büyüklükte bir kılıç balığı takılır. Bu inatçı bir balıktır. Gövdesine doğru ilerleyen kancaya rağmen bir türlü balıkçının istediği konuma gelmiyordur. Başlar bir doğal salınım… Av avcıyı denizde sürüklemeye başlar. Başlar bir inatlaşma… Balık kurtulmak, balıkçı yakalamak istiyordur. O andan itibaren “kaçış ve hırs duyguları” üzerine odaklanır yazar. Balık da balıkçı gibi katılır hikâyeye. Sahi yaşamda her balıkçının böyle -insansı- bir balığı yok mudur? Ya da her insanın -balıksı- bir avı…
S 53: Güneş batmadan iki saat daha var ve belki ondan önce yukarı çıkar. Eğer yapmazsa da belki ayla birlikte çıkar. Eğer bunu da yapmazsa belki gündoğumuyla birlikte çıkar. Kramp girmedi ve kendimi güçlü hissediyorum. Ağzında kanca olan o. Ama ne balıkmış da böyle çekiyor.
Okurun ilk izlenimleri oluşur: Her şeyden önce gerçek bir hikâye okuduğumuzu hissederiz, ardından balıkçılarla beraber, onlara özgü batıl inançlar geliştirip empatiyi güçlendiririz, nihayetinde denizin acımasız ama adil olduğunu öğreniriz. Balıklar, insanlar, kuşlar… Acaba hangisi şanslıydı o gün? Acaba bu sonsuz döngüde yaşam nasıl ilerleyecekti?
S 58: Seçimi, kapanların, tuzakların ve ihanetlerin ötesinde açıklarda derin, karanlık sularda kalmaktı. Benim tercihim bütün insanların ötesinde oraya gidip onu bulmaktı. Dünyadaki tüm insanların ötesinde. Artık birbirimize bağlandık ve öğleden beri de öyleyiz. İkimize de yardım edecek kimse yok.
Kısa cümlelerle devam eder hikâye. Tempo hiç düşmez. Balık suyun içinde direniyordu, balıkçı suyun dışında; böyle bir balık hayal etmediği için hazırlıksızdır, suyu az yiyeceği ise neredeyse yoktur. Bu aşamada Hemingway hikâyeye yaşlı adamın bir uzvunu da katar ve görsellik güçlenir: Nasır tutmuş, sardığı misinadan dolayı kasılmış, kramplara maruz kalmış bir el.
S 73: Kardeş olan üç şey vardır: Balıklar ve iki elim. Gevşemeli. Kramp ona yakışmaz.
Yaşamın son demine yaklaşan balıkçı insana dair en güzel duygulardan birisini yoğun yaşar: Empati! Çocukla, diğer balıkçılarla ve avıyla hep bir iletişim içindedir.
S 86: Sonra yiyecek hiçbir şeyi olmayan koca balığa üzüldü, duyduğu üzüntü onu öldürme kararlılığını hiç yumuşatmadı. Kaç kişiyi besleyecek, diye düşündü. Ama onu yemeye layıklar mı? Hayır, elbette değiller. Tutumuna, muazzam asaletine bakılırsa onu yemeye layık kimse yok.
Deniz yaşamını anlatan eserler genelde ilgi çekicidir. Çünkü yaşamla ciddi bir mücadele vardır. Hemingway’in balıkçısını okurken aklımıza Moby Dick eseri düşer, Kaptan Ahab’ı hatırlarız. Onun av saplantısını, iliklerimizde hissettiğimiz hırsını, yaman tutkusunu ve ölümüne mücadelesini. Hemingway’in balıkçısında yaşını zorlayan bir mücadele vardır ama bu saplantı noktasında değildir, daha çok potansiyel görüyordur kendisinde balıkçı. Mesele av değildir. Mesele inatçı balığı görmek, tanımaktır. Misinayı gövdesine sarmıştır, bu teknikle vücudu da ava katar Hemingway. Nasırlı ellerin, omuzların ve yaşlı bir sırtın mücadelesidir artık bu. Görür avını. O derin denizlerin şahane bir yaratığıdır. Bu şahane yaratığı ise yaşlı bir adam avlamıştır. Bu inanılması güç av, yaşlı balıkçıyı inanılmaz -aynı zamanda çıldırtıcı- bir mutluluğa sürükler. Hazdan ötürü doğru düşünemez. (Bu alt metinle evrensel bir suçlu profili çizer Hemingway, okur olarak tutkunun yıkıcı gücüne tanıklık ederiz.)
S 109: Bir karıştan daha geniştiler; balığın gözleri de bir periskopun aynaları gibi ya da dini törendeki aziz kadar uzaklarda görünüyordu.
İnsan “başarıya” ulaştığı an, o başarı çizgisini geçtiği an “derin bir nefes” alır. Ardından etrafına bakar şöyle bir. Geçmişini hatırlar. Peşinde ise bir şey yoktur. Fakat deniz gibi tekinsiz bir ortamda peşinde daima bir şeyler olabilir. Maalesef yaşlı balıkçının da peşine dev bir köpek balığı takılmıştır. Avcı av olmuştur ve bu genç avcı kusursuzdur! Balıkçı zıpkınını bu sefer de onun için hazırlar. Vermeyecektir avını. Bu esnada rasyonel düşünce cılız sesini duyurmaya devam eder, “direnme” der balıkçıya. Balıkçı kapar kulağını bu sese. Köpek balığı saldırınca korkusuzca hamlesini yapıp zıpkını devasa yırtıcıya saplar. Oracıkta ölür köpek balığı. Ama zıpkın da gövdesinde kalır. Kan da yayılır denize. İntikam da!
S 116: Zarar gördüğünden balığa bakmak istemiyordu artık. Balığa saldırıldığında kendine saldırılmış gibi hissetmiştim.
Bu hüzünlü kertede balıkçı üzüntüye kapılır ve biz yerel bir tat hissederiz: Yaşar Kemal karakterleri gibi doğayla bütünleşmiş saf bir adamı canlandırırız gözümüzde.
S 119: Ama kendini ilgilendiren her şeyi düşünmeyi severdi ve okuyacak hiçbir şeyi ve radyosu da olmadığından bol bol düşünüyordu ve günahı düşünmeye devam etti. Balığı yalnız hayatta kalmak ve yiyecek olarak satmak için öldürmedin, diye düşündü. Gururdan ve balıkçı olduğun için öldürdün. Hayattayken onu sevdin, öldükten sonra da. Eğer onu sevdiysen öldürmek günah değildir. Yoksa daha mı fenasıdır?
Balıkçı sık sık şu minvalde -çoğu yaşlı insan gibi- bir söz tekrarlar: “Çok açıldım!” Hırsını, gözünü dönmüşlüğünü, ihtiraslarını macera boyunca saklasa da karaya yanaşırken kabul etmek zorunda kalır. Aslında neler olacağını bilmesi gerekiyordur bu kadar büyük bir balığı zıpkınla avlarken… Ama o an… Sadece avlanmak istemiştir. Balığı öldürmek ve yenmek! Geride ise yaralı eller, hastalık tüküren bir ağız, aç bir karın kalmıştır. Ve onu sevgiyle, hayranlıkla, umutla bekleyen dost bir çocuk…
İnsan “acaba Hemingway bu hikâyesini yazarken bir kumarbazı gözünde canlandırmış olabilir mi?” diye sormadan edemiyor.
Bir Hemingway görseliyle kapanır hikâye.
S 142: O öğleden sonra Teras’ta bir turist topluluğu vardı ve boş bira tenekeleriyle ölü baraküdalar arasından aşağı, suya baktığında göndoğusu, girişin dışındaki kabarmış sakin denizi limana doğru estirirken gelgitle yükselip savrulan devasa kuyruğuyla koca, uzun, beyaz bir iskelet gördü bir kadın.