Zargana
Günday’ın bu romanı ilginç bir mekânda, savunma sanatlarının öğretildiği bir spor salonunda başlar. Bir düzine erkek kan ter içinde uzakdoğu ülkelerine ait bazı dövüş tekniklerini uygulamaya çalışıyorlardır.
S 12: “Koma, Zargana’yı ilk kez JAB’da gördü.”
Günday’ a özgü bir hareketlilik başlar romanda. Karakter ilerlerken onu tanımaya başlarız. Hem yoğun hareket hem de basit betimlemeler… Okur, Almanya’da olduğunu fark eder yavaş yavaş. Berlin şehrinin soluk sokaklarında başlamakta olan bir dostluğu sezer okur. Suç, suçlu, sokaklar… Bizi bekleyen budur romanda. Zo isimli bir karakter girer hikâyeye.
S 19: “Sorun, Berlin’de neredeyse kovulmadığı lokonta kalmamış olması ve kötü çevresiydi. Kötü çevre Koma’ydı.”
İsimlerin seçimi hemen meraklandırır okuru. İlk merak budur. Günday, fazla sürdürmez bu merakı. Önce Zo isminin bir lakap olduğunu öğreniriz. Koma Türk, Zo Polonyalıdır. Zargana ise bilinen bir balık cinsidir, bunun için açıklamaya gerek yoktur. Koma, Zo ve Zargana… Üçlü bir masada buluşurlar. Zargana, ardında büyük bir gizem bırakarak onları evine davet eder. Roman keskince kırılır, Zargana’nın çocukluğuna gideriz.
S 28: “Hastane yönetimi masrafların karşılanması için nöbetçi sosyal hizmet görevlisiyle görüştü ve faturanın ödeneceğini dair güvence aldı.”
Yavaş yavaş romandaki katmanlı yapının ilk belirgin izlerini okuruz romanda. Öfke, bir izlektir romanda. Öfkeli bireyin içini bir kalemle oyar Günday. Bu onun nihai yazma amaçlarından birisidir ayrıca. Kalemle oyma işi maharet ve sabır gerektirir, yazar bu sabrı gösterdiğini hissettirir. Nihayetinde geniş bir öfke külliyatı sunar okuruna. Önce karmaşık bir ip görürüz suç zemininde. Ardından çekeriz ipi yavaşça. Suça ve suçluya dair bir şeyler sezeriz. Suç ve suçlu üzerine düşünürüz. Suçun kökeni çocukluk yaşantısında gizlidir, eseri okudukça yazarın bu düşünceyi bize aktarmak istediğini kavrarız. Zargana’nın trajik çocukluğunu, kirli bir mercekten görürüz. Oturduğumuz rahat koltuklarda böyle bir çocukluğa inanmalı mıydık?
S 60: “Bir daha hiçbir zaman şanstan aynı cömertliği görmedi. Bütün olasılıklar aleyhinde sonuçlandı. Şans ve tesadüfler en büyük düşmanı oldu. Zargana, tesadüfen Zargana olmadığını Beuhal’den kaçtığı o gece, Berlin’in soğuk bir kaldırımında dört Cezayirli tarafından dövülüp tecavüze uğradığında anladı.”
Kısa cümleler… Sivri bir matkap… Sistemdeki ince delikler… Hakan Günday yazısını oluştururken tıpkı Zargana gibi düşünüyor olmalı: Çıkış için bir oyun şart… Oyun, edebiyatta gizlidir. Zargana, belli bir ideale saplanmış insan kuruluğunda devam ettirir yaşamını. Duyguları durağandır. İniş çıkış yoktur yaşamında. Belli ki geçmişinde inmiş, çok inmiş, taa en dibe kadar belki de. Ama tam en dibe değdiği anda bir roket gibi de fırlamıştır gökyüzüne. Bu heyecanla birlikte söz konusu “gerçekçilik” olduğunda yan karakterlerdeki hissiyatı Zargana’da biraz kaçırırız: Sanki fazla zorluyordur şansını. Söz gelimi hikâyedeki suç dünyasına ait karakterler oldukça basit yaşarken Zargana tabiri caizse bir makine gibi kurulu ve düzenlidir. Karmaşık ve hislidir. Bilinç düzeyi yüksektir. Günün popüler kalıplarıyla olmasa bile ciddi bir eleştiri evreni oluşturur romanda.
S 89: “İntihar rakamlarının günümüz dünyasında bu denli yüksek olmasının başlıca nedeni hayatın zor ve insanların zayıf olması değil, insanların bir canlıyı öldürmeden insan olamayacakları gerçeğidir. Kişi böyle bir şartın varlığından bile haberdar değildir, ancak rahatsızlığını hissetmekte ve hareketini çok daha görünür unsurlara bağlayarak cinayetlerini işlemektedirler.”
Zargana bir oyun kurgular. Başkalarını çeker oyuna. Oyunun kuralları “yaşamın içinde” olup deneyimleri kontrol etmeye dayanır. Mesela bir oyunda;
Başka bir kimliğe bürünmek… O kimliğe biçilen katı rollere harfiyen uymak… Eski kimliğinin yok oluşunu sen dâhil, çevrendeki herkesin sakince izlemesi gibi insana dair zorlu meseleler gözlenir. Oyun oynanırken okur günlük hayata dair bazı sorular ve sorunlar üzerine düşünür: Mesela iş yerini değiştirmek! Hepimiz biraz yeni bir isimle gitmiyor muyuz iş yerlerimize? Değiştirmiyor muyuz geçmişi? Bazı şeylerden hiç bahsetmemeyi “münasip” bulmuyor muyuz? Uygun olanı “uyum” uygun olmayanı “aykırı” diye birkaç dakika içinde etiketlemiyor muyuz? Oyunla birlikte üç ayrı izleği okuruz romanda: Zargana’nın geçmişi, Zargana’nın bugünü ve Zargana’nın oyunu… Akış iç içe geçmez. Ayrı başlıklarla verilir. Zargana’nın çocukluğuna dair önemli bir açık kapanır: Zargana öyle çok da yoksul çevrede değil, yurtdışına tatile giden, evde hizmetçi çalıştıran, çocuklarına akşam sekizden sonra televizyon izlemeyi yasaklayan bir ailede büyümüştür. Kitap okuyarak büyüyen Zargana sokağa düştüğünde Betty isimli bir fahişeye, yani gerçek bir yaşam öyküsünü sığınır. Betty’in de gördüğü gibi bembeyazdır Zargana.
Romandaki sorulardan birisine cevap son sayfalara doğru gelir:
S 202: “On yedinci yaş gününden iki ay önce üvey annesi ve babası bir araba kazasında ölene kadar çocuk hiç konuşmadı. Tek yasal vâris olarak neredeyse bir Üçüncü Dünya Ülkesinin bütçesine eşdeğer olan servetin sahibi oldu.”