Hadi Otur Artık Şu Masaya
Zamanla inci sularda koyu izler bıraktım. Yürüdüm ve yalnız kaldım ulaştığım yerde. Koyu izleri hatırlamak istedim ama nafile! Hatırlanmıyordu izler… Öğrencilerim oldu sonra, onlarla avundum. Bir küçük eve yerleştim, körpe bir öğrencilikle; yemek yapmayı, çamaşır suyu kullanmayı, ütü yapmayı öğrendim. Faturalarım oldu. Kitaplar yerleştiler etrafıma. Yürüyebilen, gezebilen kitaplarım oldu. Sessiz kitaplarım da oldu. Bir kitabın sessizliği yazarının ne kadar güçlü bağırabildiğiyle alakalıdır, onu öğrendim süregelen öğrenciliğimde. Maaşımdan arta kalan parayla kitaplar aldım hep kendime. Sigara içtim bazen. Dumanla doldurdum evi. Kitapları üst üste dizip tam ortalarına bir masa tenisi topu koydum; bir uçlu kalemin içindeki mekanizmayı çıkardım; uçlu kalemin gövdesini bir silah gibi kullanıp içine kürdan yerleştirdim; nefesimle fırlattım kürdanı ve topu devirmeye çalıştım; böyle bir öğrencilik geçirdim. Çay demledim ve içtim hiç içmediğim kadar. Zamanla bardaklarım büyüdü, kulplu bardaklar kullanmaya başladım. Tek başıma bir kavunu bitirdiğimde Shaggy açıp evde dans ettim. Kitaplara döndüm hep. Kiminin içinden birkaç cümle kaydettim bir köşeye, o kadar. Oturup geceleri televizyonun tam karşısına, filmler seyrettim. Ev minicik… Ev mi değil mi, pek anlaşılmıyor. Çatı katından bozma bir daire… Uyanık ev sahibinin genç memur tuzağı… Girişte iki adımlık kare şeklinde bir hol, holün hemen karşısında salon, salondan açılan bir oda daha. O odada yatıyorum. Holden sola dönünce bir koridor, devamında bir banyo, bir de mutfak… Mutfağın penceresi iki apartman arasındaki boşluğa bakıyor. Koltuk aldım bir tane, ikinci el. Halıyı akrabalarımdan istedim. Sehpalarımı annem verdi. Bir küçük gardırop var, salonun köşesinde, ona giysilerim anca sığdı. Pencere yan binanın çatısına bakıyor. Çatıya güvercinler konuyor. Birlikte izliyoruz bazen televizyonu. Çünkü perde yok. Birkaç yer minderi var, bazen onları televizyonun önüne koyup sırtımı koltuğa yaslıyorum. Ödül olarak bir bira içiyorum bazen. Yazar olmak istiyorum ben. Bir de roman yazıyorum. Aslında bitmiş bir roman üzerinde çalışıyorum. Bir romanı nasıl bitirebildim, orası muamma, orası mucize… Zor mu? Evet. Fakat Mısır piramitlerini yapmak da zor… Süreç benzer. Sözcükleri yontup alt alta, üst üste diziyorsunuz. Sonra bir okur olup okuyorsunuz metni. Düzeltiyorsunuz her seferinde. Bir tını yakalıyorsunuz, oradan devam ediyorsunuz. Hedef aynı sesi duyurabilmek…
Ben bir minik ejderha hayal ediyorum, okurun kulağına benim romanımı okuyan. Arada bir alevleriyle onu yakıp kavuran… Defterlerim oldu, notlar biriktirdiğim. Çay kesmedi, kahveye alıştım, yüzlerce kupa kahve içtim belki de. Yemekler yedim ama çabuk… Masanın başına koştum. Sırf gece çalışabilmek için okuldan gelince, gündüzleri uyudum. Romana yaklaştıkça herkese mesafe koydum, malum zaman gerekli romancıya; temiz, duru, billur bir zaman! Bükebilmeliyim zamanı, ona hükmedebilmeliyim. O yüzden zamanı dolduran insanları çıkarmalı zamandan. Arkadaşlarım öğretmenevine çağırınca gitmeyişim bu yüzden. Dayımla gezmeyişim bu yüzden. Yoksa severim kâğıt oyunlarını. Aşinayımdır kalabalıklara. Onları nasıl eğlendirebileceğimi çok ama çok iyi bilirim. Ama akşamları çalışıyorum ben, çıkamam pek dışarı. Otobüslere binip anamın babamın olduğu şehirlere giderim, genelde cam kenarında ama sırtı cama dönük, çoğu zaman uyku dolu gözlerle. Otobüslerden inince biraz yürürüm, hem dolmuşa para vermemek için hem de yürümek güzel olduğu için. Yürümeyi öyle severim ki… Bazen yürüyerek çok uzaklara gitmeyi hayal ederim. Vazgeçmek istiyorsanız bir şeyden, yürümelisiniz biraz. Yürüdükçe ferahlıyorsanız, evet, vazgeçebilirsiniz; zor ama alın o kararı ve geride bırakın birilerini. Sonra yalnız kaldığınızda tekrar yürüyün. Yürümenin gizeminde bir hayal bulacaksınız ve tutunacaksınız, buna eminim. Eğer ki içinizde hiç yürüme isteği yoksa siz zamanın tutsağı olmuşsunuzdur. Zamanın tutsakları kendisini güvensiz hisseder, korkar en ufak bir gürültüden bile, hep kalabalıkların içinde durmaya çalışır, birilerine özenir, birileri gibi olmaya çalışır. Bu bir zaman tutsaklığıdır. Ölüme de yakınız biraz. Çok öykünmemek lazım Yaşar Kemal’e. O kalmış dünyada, içinde yaşam olan bir kaya gibi. Sanki başka bir dünyadan düşmüş bu dünyaya. Uzaydan. Göktaşı. Toprak olmuş da dayanmış. Bizimkisi trafikte ilerlemeye benziyor. Elbet görünecek kırmızı ışık, girilecek sıraya… Çay bardağındaki lekelere bakarak… Ne emek ama çay demlemek? İşte roman da öyle demlenir. Minicik bir ateşle dev bir kazanın başında beklersiniz. Evvela buzlar çözünür, sonra buz gibi su ısırmaya başlar serçe parmağını, yıllar geçer aradan, yüzeyde baloncuklar belirir. İşte o baloncuklara bırakırsın sözcükleri… Sonra beklersin. Mürekkep gibi olursun. Yazarsın da kirletirsin de. İnsanlar ölür çevrende. Seviyorsan birini evlenme teklifi edersin ona. Belki bir araba alırsın kendine. Öğretmenler odasında sürekli birileri çocuklar doğurur. Mini mini çocuklar doğar ama sen hala üç kelimelik bir cümleyi düşünürsün. Sonra büyür o çocuklar, sen noktalama işaretleri ile kurallara bakayım bir dersin. Çocuğuna da küçük altın değil, noktalı virgül takarsın şanslıysan eğer… Ardına ne de güzel hayaller eklersin. Babasını bir romancı gibi görürsün. Babasını ödüller alırken görürsün. Çocuk ise sorar: “Kim umursar seni?” Birileri deliler gibi basarken sayfaları ve verirken birilerine bol bol akıl, sen “özgünlük” takıntısına kapılırsın. Nedir özgün, kimdir özgün; düşüne düşüne bir bakmışsın, hop otobüs bileti almayı unutmuşsun, ara okul müdürünü, gecikeceğini söyle. Onunla kim uğraşacak diye kafayı yiyip dur. Oysa ne müdürün umurunda okul, ne başkalarının… Sen sanıyorsun ki dünya ciddi bir yer. Oysa müdürler birbirini yalıyor okey masalarında, pardon taşlıyor… Ama için içini yer bir kurt gibi. Kurtları hayal edince aklına kurt adamlar gelir, ne güzel bir roman kurgusu diye düşünüp not defterine saldırırsın. Ara artık müdürü, yok efendim… Uykun gelir amansız. Bir hacmin tam ortasında… Sıvı bir altın gibi değerli… Uyursun zamanında uyanamamaktan korkarak. Hemen uyanmalı, masanın başına oturmalısın. Hadi kalk bakalım! İşaretle bir kedi gibi kâğıdı… Kokun olsun, başka kediler seni bulabilsin diye…
Hadi otur artık şu masaya, hadi otur.