
Yine Doğdu Tanyıldızı
Gürsel Korat üretken,
verimi yüksek, okuruyla güçlü bağları olan bir yazardır.
Evvela bu romanın üslubuna
değinmek gerekir. Birçok zaman kipi aynı anda eklenir cümlelere. Aralara girip
okurla konuşan bir anlatıcı mevcuttur. Dolayısıyla zamanın yok olduğu bu
anlatım biçimi mantıklı gözükür. Anlatıcı, samimi bir dost ortamındaymış gibi
girer çıkar cümlelere. Karakterlerden bahseder. Evvela altın işiyle uğraşan
zengin bir şeyhi betimler: Şeyh Nizamüddin Darâ… Ellili yaşlarda güçlü
kuvvetli bir adamdır. İki tane evladı vardır. Fakat bir anda kesilen kudreti
halkça bilinir. Bu kudretsiz olma hali dedikodu malzemesine dönüşür:
“Cariyelere sahip bir adamdır ve iki çocuk azdır.” Oğlan çocuklarından
hoşlandığı ise bilinir. Öyle ki şiirler dizmiştir beğendiği oğlanlara. Bir gün
kendisini varlıklı bir adam ziyarete gelir: Emir Ziyneddin. Bu misafir de
şeyhin oğlanlara ilgisinin sürüp sürmediğini merak ediyordur.
S 18: Görenler Şeyh
Darâ’nın Mihri’ye sokulmadığını şıp diye anlardı. Çünkü erkek dediğin yatıp da
“işini bitirdiği” kişiyi aşağılar, yatamadığının ayaklarına kapanır.
Hele “işi bitirilen” oğlansa var git onun hayrını gör.
Emir Ziyneddin, gözde bir
kaçağın selamını getirmiştir. Fakat bir yandan da uyarmıştır şeyhi. Bahsedilen
kaçak kişi Zembilli İshak isimli, genç bir adamdır. Bu adam şahsında Şems ışığı
gören tuhaf birisidir. Peşinde ise devlet koşturuyordur. Fakat Zembilli İshak
korkmuyor, türlü oyunlar planlıyor, peşindekilerden kurtulmak için birkaç şeyhe
birden haber gönderiyordur. Tabii içten içe Şeyh Nizamüddin’i merak ediyordur.
S 25: Bu Zembilli
dervişin koynuna giremeyeceği kimse yoktur. Genç kadına da yanaşır, adama da…
Roman,
üslubunu genişleterek devam eder. Şahsımda ilk bıraktığı olumlu etki yavaş
yavaş söner. Merkezini yakalamıyorum romanın. Aşk? Cinsellik? Aile? Beşeriyet?
Felsefe?
Şeyh
Nizamüddin, iki oğula sahiptir: Mesud ve Nureddin. Nureddin, onun gözbebeği,
Mesud ise uzak durduğudur. Fakat talih kördür, Nureddin babasını reddedip başka
limanlara sığınır. Mesud ise boşalan makamlara yerleşir. Üç nehir belirginleşir
romanda: Zembilli yaklaşıyordur şeyhin evine, Mesud makamdaki yerini
sağlamlaştırıyordur, Nureddin ise kendisini reddettiği babasıyla bir aşk üçgeni
içinde buluyordur. Evdeki cariyelerden birisine, Fazıla’ya tutkundur; sevdası
karşılıklıdır, alevlidir ve geçici değildir fakat babasına söyleyemez. Şeyhin
hanesi ise bir dedikodu kazanıdır. Üç karısı birleşip Fazıla’nın güzelliğini
kıskanıyordur, yakışıklı ve asi oğlan Nureddin ise sohbet ederek gönül
eğlendirdikleri bir gençtir. Roman,
aforizmalarla doludur. Niçin bilinmez. (?)
S 57: Mutluluğa kavuşmak
için “acılar kervanının geçmesini” bekleyenler, bekledikleri
mutluluğun o kervandaki üzgün katırlardan birinin sırtında, küçük bir fincan
içinde durduğunu çok geç öğrenir.
Hikâye, Konya-Niğde ve
civarında, yani İç Anadolu’da geçer. Muhit malum, Mevleviliğin diyarıdır.
Romancı da zaman zaman bu konuyla ilgili doyurucu bilgiler verir.
S 72: Üstelik Zembilli
İshak, Celaleddin-i Rumi’den de öteye geçmişe benziyordu, Şems kolundandı.
Şemsi Sikke denen on iki dilimli uzun keçe külah giyiyordu, belinde de yünlerle
sarmalanıp bağlanmış – hırsım yok demeye gelen – on iki köşeli palheng taşı görünüyordu.
Nihayet gözükür beklenen
kişi: İshak. Şeyh Dara’nın huzuruna gerektiği gibi çıkar. Planlı, sinsi,
oyunlara düşkün bir genç adamdır. İnsan denen mahlûkat hakkında feci bir merak
içindedir. Koca Şeyhi birkaç gün içinde kendisine bağlar. Bu aşk mıdır? Sevda
mı? Yoksa sınırsız bir merak mı? Ülke halkı nasıl olduysa, nasıl becerdiyse şu
bilgiyi kulaktan kulağa aktarıp dost meclislerine kadar taşımıştır: Mevlana
eşcinsel midir, Şems ile sevgili midir? O kadar çok tartışılır ki bu konu. İnsan
Mevlana’yı unutur tabiri caizse. Hele bir de eşcinselliği “ülkeye kurulan
tuzak, uzak durulması gereken bulaşıcı şey, zararlı bir beşeri vaziyet,” gibi
tuhaf açıklamalarla tartışmalarına katan zatların huzurunda…
S 99: Akşamüzeri çok
kaynaştıklarını göstermek için cıvıldayan İshak, Şeyh Nizam’ın omzuna
yaslanarak, pencerenin aralığından görünen ve ilk akşamdan beliren yıldızları
gösterdi. Nizam’ın aklı başından gitti.
Zaman zaman, türkülerden
tanıdığımız “melamet” kavramını açıklar yazar. Melamilik diye
genelleştirir bu kavramı. Araştırıldığında bir topluluk olduğu sonucuna
ulaşılır. İshak, misafiri olduğu şeyhi cinsel olarak çıldırtmış, bu da yetmemiş
yaşlı başlı adamı ilginç maceralara sürüklemiştir. Aykırı fikirleriyle onu alıp
geneleve götürmüştür mesela. Haliyle halk bu meseleyi konuşur olmuştur. Şehrin
kadısıdır şeyh aynı zamanda. İshak, şehri terk etmesi gerektiğini fark eder
fakat Fazıla ile karşılaşınca işler değişir, gönül bir farklı çarpmaya başlar.
Aşktır gönüldeki.
S 131: Anlaşılan oydu ki
İshak melameti kendini rahat ettirecek bir yaşam biçimi olarak düzenlemişti;
onun Melami fakirlerle, kendini küçük düşürenlerle, bedenine işkence edenlerle
ilgisi yoktu.
Hikâye şu biçimle akıp gider: Bir anlatıcı vardır, bir de yazıcı. Yazıcı Mihri’dir. (Mihri konağın kahyası, şeyhin eski sevgilisidir.) Anlatıcı ilk başlarda Mesud’dur. Fakat bir yerden sonra Mesud susar, Mihri kendi sade üslubuyla yazmaya devam eder. Hikâye bir aşk trajedisidir. Sonu kanlı bitmiştir.