Oblomov

Bu büyük, hatta çok büyük eser için yazılacak olan yazılmış, çizilecek olan çizilmiştir. Yazılmaya ve çizilmeye de devam edecektir. Oblomov nesiller boyunca insanları yakalayacak, modern dünya geliştikçe o da klasik varlığını sürdürecektir. Bundan çok ama çok eminim. Aynı zamanda ümitliyim de.

 

            Dört bölümden oluşur roman.

            Birinci Bölüm:

Roman, yatağında uzanan Oblomov’un düşünce dünyasına dönük betimlerle başlar. Yaşadığı ev, dolayısıyla maddi gücü sade cümlelerle detaylandırılır. Ardından okuma samimi olduğu iki insanın şahsına ziyaretiyle devam eder. Oblomov’un yaşama bakışını şu cümlelerle net bir biçimde görürüz:

S 29: “… batağa gidiyorsun. Biçare, işinden başka hiçbir şey göremez, duyamaz, konuşamaz olmuş. Ama böylesinin yolu açıktır, yakında büyük işler başarır, en yüksek mevkilere yükselir. Bizde buna meslek sahibi olmak diyorlar. Bunun için zekăya, iradeye, ruha gerek yok; bütün bunlar lüks.”

 

Gonçarov, açık bir dünya sunar bize. Gizlemez karakterine ait düşüncelerini. Dürüşt ve güvenilir bir imaj çizer. Anlatmak istediğini bir belgeselci titizliğiyle aktarır okuruna. Karakteri Oblomov, varlıklı bir ailenin imkânlarıyla büyümesine rağmen kitap okumayı dahi önemsiz bulmaktadır. Hem de çevresi yüksek memur ve kültürlü insanlarla dolu olduğu hâlde.

S 32: “Bir insan alıp kopyasını çıkarıyorlar. Gerçeğe uygun oluyor diye övünüyorlar. Ama, hayat ne oluyor? Eserlerinde o yok işte, dünyayı kavrayış, insanlığı gerçekten anlayış yok. Boş şeylerle övünüyorlar. Hırsızları, düşkün kızları, yolda yakalayıp hapse atar gibi edebiyata sokuyorlar. Nerede sanatkãrın “gizli gözyaşları” ; sadece kaba, zalim, alaycı bir gülüş!”

 

Bu romanın (45. sayfa) henüz başındayım. Ama etki zerreleri muazzam bir ışık oluşturdu zihnimde: Galiba Karamazov Kardeşler’den sonra okuduğum en iyi Rus klasiği bu roman. Hissedebiliyorum. Roman, yer yer birbirini tekrarlayan, benzer detayları farklı cümlelerle ve örneklerle açıklayan parçalarla dolu. Okur olarak Oblomov’un çocukluğuna dönük detaylı betimde net bir trajedi ve travma görmeyiz. Onu tembelliğe iten şey yaradılışı olabilir diye düşünürüz. Gençliğinde verdiği mücadele ise hırstan yoksundur. Eğitimle ilgili düşünceleri ise kapitalizm eleştirisi içerir. İçerikten, yoğun bilgi yüklemelerinden, pratikle uyumsuzluktan şikayetçidir Oblomov.

S 75: “Öğrenim hayatı İlya İlyiç’i garip bir düşünüşe götürmüştü: Onca hayatla bilgi arasında bir uçurum vardı; bu uçurumu kapamaya girişmek bile istemiyordu: Kafasında hayat ayrı şey, bilgi ayrı şeydi.”

 

Oblomov’u tembelliğe iten yalnız kalma dürtüsüdür sanki. Çünkü evinden pek çıkmayan bir adam, doğal bir tercih kendisine narin bir koza örmüş erer. Oblomov mazi ve gelecek arasında dolaşan, yaşadığı güne pek inmeyen bir adamdır. Günümüzün “anı yaşa” sloganlarına ters bir ömür sürer. Bazen geleceğine öyle dalar ki vaktin nasıl geçtiğini anlamaz. Gelecekte kuracağı evi kurarken uzaklaşır zamandan:

S 90: “Meyveler üzerinde o kadar istekle durdu ki birdenbire birkaç yıl ileriye atlayarak, kendini, planına göre kurmuş ve içine iyice yerleşmiş olduğu çiftliğinde buldu.”

Uzuyor gidiyor bu hayaller… Oblomov bir çocuk saflığında aslında…

İlginç bir eserdir Oblomov:

İlk 110 sayfa boyunca Oblomov’un birkaç saatlik yaşamını okuruz: Uyanır, düşünür, yatağından pek çıkmaz, üzerinde sabahlık, birkaç dostuyla görüşür. Genel itibariyle uşağı Zahar ile iletişim halindedir. Zahar, Oblomov ailesine çocukluğundan beri hizmet vermektedir, uşaklık hizmeti babasından ona kalmıştır. Oblomov onun elinde büyümüştür. Dolayısıyla aralarında şeffaf bir ilişki vardır: İkisi de birbirlerini olduğu kabul etmiştir.

Roman eleştirilerinde sıkça okuduğunuz bir kavram vardır: Dip akıntı…

Dip akıntı kurgunun başlangıcı ve sonu arasındaki kavisli anlatıma işaret eder. Bir nevi roman bir kaynaktan (fikir) doğar, bir yatağa(düşünceye) yerleşir, bir öze ulaşır (daha geniş bir düşünceye).

Bu romanın dip akıntısı Oblomov’un düşünceleridir. Romana hareket katan unsurlar karakterler üzerinden verilir. Bir karakter Oblomov’un karşısına çıkar. Konuşurlar. Ardından karakter sahneyi terk eder, geride bıraktığı zerrelerden Oblomov kısa bir bütünlük oluşturur. Bu parçalar genel düşünce dünyasına eklemlenir ve genişler roman. Çoğu roman yerleştiği yatağı derinleştiremez. Detay yoksunu romanlar buna örnektir. Derinleşen romanlar denge profiline ulaşır, sakin akar ve genişleyeceği kapasiteyi dikkatli oluşturur.

Oblomov, denge profiline ulaşmış, muazzam bir metindir.

Okur, bir anda sapar ana anlatıdan, yeni bir deneyimin içine girer. Yazar bunu niçin yapar, tam anlaşılmaz aslında. Benim sezinlediğim Oblomov’un çocuksu yanına atıf yapıldığıdır. Bunun en belirgin örneği birinci bölümün sonuna doğru oluşturulan “Rüya” anlatısıdır. Bu anlatı şu cümlelerle haber edilir okura:

S 117: “Uyku, düşüncelerinin ağır ve tembel akışını durdurdu ve İlya İlyiç’i ansızın başka bir zamana, başka insanlar arasına, başka bir diyara götürdü. Okuyucularla gelecek bölümde onun gittiği yere gideceğiz.”

Bu anlatı elli sayfa boyunca devam eder. Sıkıcı bir deneyim gibi görünür okur için. Belki sıkıcıdır da. İlgisiz gözlerle, hızlı geçeriz bu kısmı. Rüya, bir yaşam dizaynıyla ilgilidir. Evvela coğrafi betimlerle bir köy betimlenir. Ardından insanlar… Yani kendi halinde yaşayan bir topluluk. Yeni yasalar, kurallar, amaçlar…

Peki, bu dünyaya ütopya diyebilir miyiz?

Belki… Fakat toplumsal anlatı çok güçlü değildir. Daha çocuksu detaylarla doludur bu alt metin.

Peki, bir kaçış diyebilir miyiz?

Oblomov, yaşadığı dünyadan kaçıp benzer bir dünyaya gider. Orada her şey onun istediği gibidir.

Peki, bu anlatıya psikolojik bir mana yükleyebilir miyiz?

Bu, ilginç olurdu doğrusu. Melankolik değildir Oblomov ama neşeli de değildir, basittir, kendi dünyasına gömülü vaziyettedir. Toprak altındaki fareleri anımsatır yaşamı bana. Topraktan çıkmak, doğayla uğraşmak onu yorar. Tek derdi yaşam alanı olarak belirlenen çemberin dışına çıkmamaktır. Oblomov’da Şizofrenik belirtiler görmek zorlama mı olur, tam kestiremiyorum. Bir dünyası vardır kendine ait, bu dünyada sıkça içine kapanır, sanki birisiyle konuşur. (Konuştuğu kişiyi dinlemek okuru farklı bir zevke götürür.)

Tabii bu tarafımca romana yüklenen bir yorumdur. Belki alakasızdır.

Roman boyunca şu soru zihni meşgul eder: Gonçarov, Oblomov mudur?

Belki evet…

Aslında Oblomov karakteri birçok insanın olmak istediği bir karakterdir. Nasıl ki ütopik dünyalar tasarlar her insan… İşte Oblomov da ütopik insan: Hem her şeyin farkında, hem de her şey sanki bir düş… Şu cümlelerle yazar kendisini anlatır – öyle mi acaba?

S 131: “Bu arada küçük İlya büyüklerin neler yaptığını, sabahları nasıl geçirdiklerini hiç gözden kaçırmıyor. En küçük şeylere dikkatle bakıyor, ev hayatının türlü gelenekleri hafızasına silinmeyecek gibi yerleşiyor; taze zekâsı gördüğü canlı örneklerle besleniyor ve için için çevresindeki insanların hayatına benzer bir hayat hülyası kurmaya başlıyor.”

 

Oblomov’un rüya âlemini okumaya devam ederiz. Gonçarov kendi çocukluğunu anlatır sanki. İlginç detaylarla dolu bir çocukluktur bu.

S 139:”İlya İlyiç büyüyüp de bal ve süt akan ırmakların, iyi yürekli perilerin var olmadığını öğrendikten sonra dadısının masallarını gülümseyerek dinler, fakat candan olmayan bu gülümseme gizli bir iç çekişiyle karışırdı. Peri masalları onun kafasında gerçekle öyle karışmıştı  ki, bazen farkına varmadan niçin masalın hayat, hayatın da masal olmadığına üzülürdü.

      

             İkinci bölüm


Ştolts, isim olarak birinci bölümde sıkça geçer. Oblomov, çoğu zaman yatakta, bazen bir koltukta, bazen de yürürken onu bekler. Onun bazı şeyleri düzelteceğini düşünür. Ondan üstün özelliklerle bahseder. Okuyucu olarak biz de bekleriz Ştolts karakteriyle karşılaşmayı. İkinci bölüm Ştolts betimiyle başlar. Oldukça detaylı bu betim çocukluktan gençliğe geçişin kritik aşamalarını sade cümlelerle yansıtır. Yükselen okuma temposu Ştolts karakterinin ruhsal analizinin yapıldığı evreye kadar sürer gider. Okur duraklar bu aşamada. Ayrıca bu cümleler çevirmenin estetiğe olan katkısı olarak okunabilir.

S 198: Sevinçlerini, kederlerini ellerinin, ayaklarının hareketleri gibi kontrol eder ya da onları iyi hava, kötü hava gibi görürdü. Derdi olduğu zaman duyduğu üzüntü yağmurda şemsiye açmak kabilindendi. Üzülmesi de uyuşuk  bir tevekkülden ziyade bir öfkeye benzerdi. Istırabına sabırla katlanırdı, çünkü nedenini başkalarında değil, kendinde arardı. Sevinçleri de yoldan çiçek toplar gibi koparır ve daha solmadan atardı; böylece her zevkin dibindeki acı tortuyu tatmazdı.

 

Şu cümleler Oblomov karakteriyle Ştolts karakterinin ne kadar zıt karakterler olduğunu gösterir. Oblomov ne kadar çocuksa Ştolts da o kadar yetişktindir.

S 198: “Ruhunda rüyalara, muammalara, sırlara yer yoktu. Deneyimin süzgecinden geçmeyen her şey onun için yanlış görme, bir göz boyanması ya da henüz kanıtlanmamış bir gerçekti.”

 

Ştolts, Oblomov’u dışarı çıkarır. Bir hafta boyunca birlikte Petersburg gecelerine dalarlar. Oblomov sonunda isyan eder.

S 213: “Her şey; durmadan öteye beriye koşmalar, küçük ihtiras oyunları, hele de açgözlülükler, rekabetler, dedikodular, birbirine çelme atmalar, birbirini tepeden tırnağa süzmeler. Konuşmalarını dinledikçe insan budalalaşıyor. İlk bakışta zeki adamlar sanırsın, yüzlerinde ciddilik okunur, ama bütün söyledikleri şu biçim şeyler: ‘Falanca veya filanca, bilmem ne satın aldı, bilmem neresini kiraladı.”

 

Ştolts geçmiştir. Oblomov’a geçmişin anımsamalarıyla gelir. Anlarız ki Oblomov gençliğinde entelektüel bir mücadele içindeydi. Ne zaman kaybetmişti bu tür hırslarını?

S 226: “Nereye gitti bütün bunlar, niçin bu ateş söndü? Anlamıyorum. Başımdan öyle büyük felaketler, kasırgalar da geçmedi. Hiçbir şey kaybetmedim. Vicdanımda hiçbir leke yok, cam gibi tertemiz, gururumu kıracak hiçbir şey olmadı. Tanrı bilir niçin hayatım böyle harcandı gitti.”

 

Bir süreçtir Oblomov’u yaşamın dışına iten.

S 226: “Sönüşüm dairede, evrak başında oturduğum zaman başladı; sonra kitapları okuyup da onlarda hayatta kullanamayacağım gerçekler buldukça, dostlar arasında dedikodular, alaylar, soğuk, kötü, boş gevezelikler dinledikçe, gayesiz, sevgisiz toplantılara katıldıkça daha da kötü oldum.”

 

Oblomov zamanda bazen geriye giden bir kurguya sahip. Bu kurgusal yapısıyla bile klasikler içinde özel bir yere sahip. Oblomov somutlaşıp büyür, büyüdükçe küçük laflar ederek bir düşünce sistemini aksettirmeye çalışır. Gazete pek okumuyor, romanları amaçsız buluyor, günceli takip etmiyordur. Politikayla ilgisizdir. Maddiyatla ilgisi ise alışkanlık boyutundadır. Aslında Oblomov için “Apolitik akımın bir temsilcisidir,” demek yanlış olmaz. Belki de o yüzden bugün insanlar Oblomovluk sözcüğünü sık kullanıyor. Bu bir seçim çünkü… (Oblomovluk, sözcük olarak romanda da aktif geçer.) Oblomov, romanın ikinci kısmında harekete geçme arzusunu besler içinde. Ev sahibi onu çıkarmıştır evinden. Amacı Ştolts ile birlikte seyahate çıkmaktır. Birlikte planlar yaparlar. Dostu varken ve konuşuyorken daha heyecanlıdır Oblomov ama o gidip sessizlik hükmünü sürdürmeye başladığında kararlar değil, bahaneler açığa çıkar, yola çıkma arzusu yerini kuşkulara bırakır. Bu yolculuk işini bir şekilde erteler Oblomov. Tam da o günlerde aşk kapıyı çalar: Olga.  Roman, bazı eleştirmenlerin de belirttiği üzere bazı detayların abartılmasıyla verdiği keyfi kaçırır. Bunun belirgin örneklerinden birisi de Uşak Zahar ve eşi Anisya’nın ilişkisinin anlatımıdır. Uzadıkça uzar bu anlatı. (S: 263-266)

Olga yirmi yaşında, canlı, akıllı bir kadındır. Oblomov ile aralarındaki ilişki özgün düşüncelerin aktığı bir nehir gibidir, okur bu nehrin gürültüsüyle sarsılır.

S 300: “Hem siz yirmi yaşındasınız. Bakın kendinize; hangi erkek size uzaktan bile hayran olmaz? Sizi tanıdıktan, dinledikten, yüzünüze saatlerce baktıktan, size aşık olduktan sonra deli olmak bir iş mi? Halbuki siz ne kadar sakin, ne kadar rahatsınız; bana, “Sizi seviyorum.” demeden bir iki gün geçse benim kalbime ağrılar giriyor.”

 

Usta yazar, Olga karakterini kullanarak döneme ait bir genç kadının portresi çizer. Bu hoş kadın kendisinden büyük bir adama aşık olur ve aşkını olgunlukla büyütür. Hem aşk büyür hem maneviyat… Gonçarov, böylesi bir büyümeyi ilham verici bir üslupla ve tempoyla anlatır. Öyle sanıyorum ki okuyucu roman bittiğinde Olga karakterini çok net detaylarla hatırlayacaktır.

S 319: “Olga ne kadar çabuk büyüyüvermişti: Daha pek az önce bir çocuk gibiydi.”

 

Olga, kendi maneviyatıyla yaşamda salınan, karşısındaki Oblomov ile kendisini eşitleyen, yaygın tabirle feminist bir kadındır. Bunu açıkça söylemez Gonçarov. Fakat sezdirir metinde. Ardından Olga’nın ağzından çıkan şu sözleri duyarız:

S 351: “Evlenen kadın değildir ki, bizimle evlenirler ya da bizi kocaya verirler.”

 

İkinci bölümün sonunda Oblomov evlenme teklif etmiştir Olga’ya. Olga ise karakterinden taviz vermeyen bir cevapla seslenmiştir aşığının ruhuna.

 

            Üçüncü Bölüm

 

Oblomov ve Olga evlenme kararı almışlardır. Oblomov bu kararı başlangıçta büyük bir mutlulukla yaşamış, ardından tereddütlere düşmüştür. Maddi bir sıkıntı içindedir. Bu sıkıntıyı öyle büyütür ki içinde melankolik bir insan betiminin şahikasına ulaşır yazar. Tereddüt içindedir Oblomov. Evlenmek ve Olga ile bir yuva kurmak ister fakat küçük hesaplar yüzünden bir türlü hareket edemez. Yaşamın matematiksel kaygıları Oblomov’un soyut dünyasına da sızar zamanla. Bu esnada evini taşımıştır. Yeni ev sahibi Agafya Matveyevna isimli iki çocuk sahibi, dul kadın çalışkanlığı ve titizliğiyle Oblomov’un dikkatini çeker. Güzel bir kadındır Agafya. Etkilenir Oblomov ondan.

S 424: Bütün bu sıkıntılar ortasında Olga’nın güzel yüzünü, anlamlı kaşlarını, zeki, mavi gözlerini, başını, zarafetini tamamlayan örgülerini düşünüyordu. Ama içine aşkın ürperişleri dolar dolmaz, bir düşünce bütün ağırlığıyla üzerine yükleniyordu: Ne yapacaktı? Nasıl evlenecek, nasıl para bulacak, sonra ne ile yaşayacaktı?

 

Gonçarov, tıpkı bir mimar gibi bir ilişki dizayn etmiştir. Olga, evvela karşısındaki insana saf duygularla yaklaşmış, sonra bir sevdalıyı kökten değiştirebilme hazzına kapılmıştır. Bu haz evlilik günü yaklaştıkça bir yanılsamaya dönüşür: Oblomov değişime direniyordur. Değişim mevcuttur ama Olga için yetersizdir:

S 462: “Benim aradığım gençlik, güzellik gibi şeyler değildi. Seni diriltebileceğimi sanmıştım. Benim için hayata bağlanırsın, diyordum. Ama sen çoktan ölmüşsün. Bu kadar aldanacağımı tahmin etmiyordum. Hep umuyor, bekliyordum… Şimdi ise…”

 

            Dördüncü Bölüm

            Aradan bir yıl geçmiştir.

 

Oblomov, yeni evinde, biraz küskün biraz da düşünceli oturmaktadır. Yakalandığı hastalığı üzerinden atmış ama keyfi pek yerine gelmemiştir. Bu umutsuzluk günlerinde ev sahibi Agafya ile yakınlaşmışlardır. Oblomov, halkın alt kesimine ait bu kanaatkar kadını hem beden olarak hem de verdiği mücadeleyi çok beğenir.

Gonçarov, ilginç karakterine ilginç bir son örmektedir:

Önce soylu ve genç kadın Olga, ardından Agafya…

Agafya için Oblomov bir merak ögesidir. Yaşamı boyunca böyle soylu bir adamla hiç karşılaşmamıştır. Dolayısıyla aralarındaki ilişki olgun, basit, sadedir.

Ştolts uzun süren Avrupa gezisinden döner, Oblomov ile görüşür. Onun çektiği sıkıntıları bilir ve yardım etmek ister. Ştolts, Avrupa seyahati sırasında, Paris’te, Olga ile karşılaşmıştır. Dertleşmişlerdir. Eski dostluklarını pekiştirip farklı bir ülkede birbirlerine yakınlaşmışlardır. Olga, ona Oblomov’da bahsedip bahsetmeme konusunda kararsızlığa düşmüştür.

Gonçarov, Oblomov karakterini çalışırken şöyle bir izlek geliştirmiş olmalı: Aynı ortama giren iki insanın arasında aşk oluşması yüksek ihtimaldir:

            Önce Oblomov-Agefya ardından Ştolts – Olga

Agafya’nın abisi ve Oblomov’un yakın bir dostu (tanışmalarına vesile olan) bir olup Oblomov’u göz göre göre dolandırırlar. Oblomov maddi olarak dibi görür bu hazin olaydan sonra. Pişmanlıkla sınanan Agefya ise sırf bu soylu insan eski yaşantısına devam edebilsin diye kendi incilerini rehin vererek harika bir soyluluk örneği gösterir. Onun insanı duygulandıran iyiliği romanın sonuna yaklaştıkça okuru sarsar. Ardından Oblomov’un verdiği tepkiler… Özellikle Oblomov’un Olga ile evlenen Ştolts’a söylediği şu sözler asaletin ve saflığın hoş yansımalarıdır:

S 547: “Hayır, ona de ki, hatırlat ki ben ona doğru yolu buldurmak için girdim. Tanışmış olmamıza da, yeni bir hayata atılmış olmasına da seviniyorum. Başka bir erkekle evlense ne olurdu? Artık oynadığım rol yüzümü kızartmıyor, kendimi suçlu bulmuyorum. Üstümden ağır bir yük kalktı. Her şey düzeldi, aydınlandı artık. Mutluyum. Tanrıya şükürler olsun.”

 

Oblomov, yalnız yaşantısına devam ederken bir gün Ştolts gelir ziyaretine. Onu “hareket” için ikna etmek ister. Ev sahibi tarafından dolandırıldığını öğrenince nüfusunu kullanıp ona hemen yardım eder. Niyeti Oblomov’u çiftliğine götürmektir. (Ama Oblomov yerinden memnundur.) Çitlikteki işleri yoluna koymuş, hatta bir de ev yaptırmıştır Ştolts. Romanın sonuna doğru zamanda ciddi sıçramalar görürüz. Ştolts ve Olga evliliği dem tutmuş, birkaç çocukla şenlenmiştir. Maddi olarak yüksek bir yaşam sürerler. Ştolts, onca işinin arasında Oblomov’un çiftliğini de çekip çevirmiş, para kazandıran bir yere dönüştürmüştür. Bununla birlikte Oblomov’un çevresindeki dolandırıcıları yok edip dostuna huzur sağlamıştır. O dakidan itibaren Oblomov ev sahibi Agafya ile birlikte bolluk içinde, neşeyle yaşamaya devam eder. Ama hayat… Sağlıksız yaşamı yüzünden inme iner gövdesine, sol bacağı hafif sakat kalır. Yine de memnundur yaşamından.

Aradan beş yıl geçer. Ştolst tekrar gider dostunun yanına, onu bir kez daha yaşadığı çiftliğe davet eder, birlikte bir ömür geçirmek istediğini söyler. Fakat Oblomov yaşadığı bu küçük evde huzurla doludur.

S 605: “Hatırlatma; geçmişi rahat bırak; o günler geçti artık, dedi. Beni ne yapacaksın? Beni sürüklemek istediğin dünya ile hiçbir ilgim kalmadı artık. İki ayrı parçayı lehimleyemezsin. Ben bu deliğe canlı tarafıma bağlıyım. Beni dışarı çıkarmak ölüme götürmektir.”

 

Israr eder Ştolts. Fakat duyduğu sözlerle sarsılır.

S 607: “Çocuk da benim oğlum. Ona senin adını koydum.”

Gonçarov - Oblomov