
Sus Barbatus 2
Romanın ikinci cildinde
mevsim değişmiştir. Hâliyle doğa değişmiştir. Doğa ile birlikte insan da
değişmiştir. Bu hususu özel bir çabayla anlatır Faruk Duman.
Doğa dile gelir. Ağaçlar,
nehirler, hayvanlar… Sonra ilk karaktere ulaşırız, bir çocuktur: Civan Yusuf.
Bir de atı vardır Civan’ın. At sırtında Elif isimli bir kızla tanışır. Oracıkta
aşır olur. Güzeldir Elif. Beyaz bir kızdır. Tertemiz bir ışıltıdır.
S 16: Civan Yusuf eğilip
önce atının boynunu okşadı, sonra da onu yelesinden öptü. Öpünce, babasının
kokusuna benzer bir koku geldi yeleden. Bir yele de böyle kokar mı, kokmaz olur
mu, bu yele önce rüzgârdan geçmiş, sonra da uzaklardan, Akdeniz gölünden tuz
alıp gelmiş. Sonra da, dağda bayırda dolaştıkça türlü otun kokusuyla kokmuş.
S 26: Yusuf’a boyu posu,
koyu mavi gözleri, hem de kıvırcık saçları ve. Keskin bakışları için Civan
demişlerdi. Ama işte öyle ürkek ve sessizdi ki.
Birinci romanda, mevsim
kıştı. Kara kıştı… Kar, insan boyunu aşmıştı. Kar ve insanları okumuştuk. Bu
romanda mevsim kışa yakın, baharın son günleri gibi… Bu sefer yağmur dökülür
gökten. Civan Yusuf, âşık unvanına sahip babasını ikna eder, birlikte Elif’i
istemeye giderler. Fakat Elif’in babası iki şart koşar. Birinci şartı Civan
Yusuf’un atıdır. İkinci şartı ise genç adamı sinirlendiren cinstendir: Elif,
gelin olmadan önce yöredeki şeyhe gitmelidir. Civan Yusuf, makul bulmaz bu
şartları. Kendilerini misafir eden adamın evinde gece vakti uyanır, bir karar
alır. Elif’i kaçırır. Atını yağmurun içine sürer. Civan Yusuf’un ardından ilk
romanın bazı karakterlerini görürüz. Devrimci Mustafa Öğretmen, aynı çizgide
ilerleyen oğlu Orhan, evin annesi Gülşen, ninesi Fındık… Gülşen’in kardeşi
Aynur… Romana çarpıcı bir sahneyle girerler: Aynur, ormanda genç bir
devrimcinin ölüsünü bulur. Köyün muhtarı Kadir Ağa aşina olduğumuz otoriter
tavrıyla yaşamına devam ediyordur. Kızı Ece ise iyice serpilmiş, lise çağına
gelmiştir. Gizli gizli Aynur’dan ödünç aldığı devrim kitaplarını okuyordur.
S 127: Kitapçığı bulduğu
zaman, bulursa, neler olacağını çok iyi biliyordu. Ece’yi alıp, bir elinde
tüfek, bir elinde kızı bağlayan boyunduruk. Sabahın erken saatlerinde. Ormana
gidecekti.
Roman, bir dönemi aktarır
okura. Sol görüşün güçlendiği, hükümetin anarşist avına çıktığı zamanlardır.
Gençler dağlarda örgütlenmeye çalışıyordur. Net bir muhit belirtmez yazar,
köyleri, nehirleri, dağları birer tane harfle isimlendirir. Mevsimsel koşullar
ise mistik bir hava katar romana. İlk romanda kar, ikinci romanda yağmur…
Kadir Ağa ve iki adamı, kolluk kuvvetlerle birlikte hareket ediyordur. Bu
adamlardan birisinin adı Jilet’tir. Jilet, Yaşar Kemal romanlarından çıkmış
gibidir. İyi bir nişancı ve usta bir avcıdır.
S 184: Söyle bakalım
Jilet, ne oldu, diye sorarlardı. O da aklından geçeni söyleyecek değil ya,
aldığı kokuları sayardı bir bir. Atlardan biri yaralanmış, derdi sözgelimi.
Hangisi, diye sorarlardı. Memed’in atı yaralanmış, derdi canı sıkılarak. Zira
sahibinin kokusu ata sinerdi, sonra da bu koku atın yarasına karışırdı. Her
yara başka kokar, bu kesin. Ama ayrıca kimin yarası, bunu da böylece
anlayabilirdi.
Roman, iki belirgin
olayla devam eder. Tam ismini hatırlamamakla birlikte İnce Memed romanında ünlü
bir avcı vardır. Bu adam kafayı bir atla bozmuştur. Jilet de tıpkı o adam gibi
kafayı yavaş yavaş bir kuşa takar. O günlerde ağanın kızı Ece ise anarşist
gençlere katılmak için Aynur ile haberleşir. Mustafa Öğretmen ise alışık olduğu
bir yolculuğa çıkar: Gözaltına alınmıştır. Nerede olduğu şaibelidir. Eşi Gülşen
ve oğlu Orhan ülkedeki ortak kaygıyı yüklenir: Ya kim vurduya giderse? Gerilim
artmıştır iyice… Yağmur şiddetlenmiştir. Düğüme düğüm ekleniyordur: Romanın
başında birbirine sevdalanıp köylerinden kaçan Civan Yusuf ve Elif, ormana
sığınırlar. Yusuf, geriden gelen bir kurşunla omzundan sakatlanmıştır. Köroğlu’ndan
kalma atını ormana sürer. Herkese atıyla ilgili bu hikâyeyi anlatır, inanır, en
güzel at onunkisidir. Bu iki sevdalıyı Jilet bulur, yardım etmek ister. Evvela
genç oğlanın yarasını iyi etmeye çalışır.
S 347: Yaa, sonra beni
hatırlarsın. Jilet olmasaydı, ah Jilet olmasaydı bunlara ben katlanabilir
miydim, diyeceksin.
SUS BARBATUS bir
domuzdur. İri ve kuvvetlidir. İlk romanda bir saplantı öznesine dönüşmüş,
ardından da ölmüştür. Ölümü ise fayda getirmemiştir kimseye. Ölümden sonra ruh
olarak devam etmiştir yaşamına. Şimdi de ruhu, Yusuf’un atı Cennet’in
içindedir.
S 350: O zaman bu bir
fırsattır; atın ağzı açıldı, SUS BARBATUS dışarıya çıktı. Ak bir gölge, belli
belirsiz kıpırdayan bir ruh olarak yükseldi, ağacın tepesinden aşağıya bakmaya
başladı.
K Nehri, ağaçlar,
hayvanlar… Roman, bizi gür bir ormanın içine sokar, ardından yağmurla
ıslatır. Epey bir süre Jilet’in kovalamacasını okuruz. Jilet, Kadir Ağa’nın
adamıdır. Jilet, romancının haz ögesidir sanki, onu anlatmaktan çok keyif
aldığını seziyorum bir okur olarak. Ama biraz zorlama bence… Hareket tahmin
edilebilirdir. Sonra romanda önemli kırılmalar olur: Köyün komutanı değişir,
cevval bir adam otoriteyi ele alır. Kadir Ağa’nın da etkisi azalır. O günlerde
Kadir Ağa kendisi için toplanan devrimci halk mahkemesinden haberdardır, hatta
kararı da – infaz – biliyordur. Devrimci gençleri bir arada toplamak notların
selameti açısından iyi olacaktır: Önderleri Halil, büyük şehirde küçük bir
burjuvayken devrimciye dönüşen Ferit, kırsalı iyi bilen Murat… Özellikle bu
üç isim etkindir. Ferit, Aynur’un bulduğu – ölü sandığı – genç adamdır. Ağanın
kızı Ece ise sonradan katılır bu ekibe. Aslında büyük bir kalabalıktan
bahsedilir romanda. Dolayısıyla fikir olarak sosyalist devrimin ciddi bir
destek gördüğünü görürüz toplumda. Tabii fikir büyüdükçe otoritenin savunma
mekanizmaları da kabalaşıyor, değişiyordur: Sudan sebeplerle Mustafa Öğretmen
gözaltına alınmış, üç hafta boyunca işkence görmüştür. Sonra uyarılıp
salıverilmiştir. Oğlu Orhan ile neşeli bir muhabbet olur aralarında. Orhan,
roman boyunca Maupassant’a ait Horla isimli bir öyküden bahseder. (İlk kitap da
Jean Valjean önemsenmiştir.) Roman-cı için bu öykü önemlidir.
S 482: Baba, dedi Orhan,
kendine yeni bir beden arayan hayaletin hikâyesi bu… Mustafa’nın yüzü
aydınlandı, bu arada sandığın içinden çıkan bir kitaba bakıyordu. Karısına
baktı, sonra oğluna. -Devrim gibi desene, dedi, Avrupa’nın üstünde dolaşan
hayalet gibi, kendine yeni bir beden arayan hayalet. Ama bizim hayaletin
kendisi de yeni, yani yeni bir beden derken, eskiden kendine ait bir bedeni
vardı da kaybetti demek değil bu, yeni bir düşünce, olgunlaşıyor, canlanıyor…
Üslup değerlidir. Yazarın
balıdır. Kimi yazar çok çiçek gezer, kimi de balı lezzetli olsun diye çok çaba
sarf eder. Tabii öz mühimdir, çaba bir yere kadar söz konusudur. Faruk Duman da
son dönemin lezzetli ballarından birisini üretmiştir. Fakat bazen bu bal yakıcı
bir tat bırakıyordur damakta. Fazla tüketildiğinde öldüren ballar misali…
Özellikle doğa betimleri bazen uzayıp gidiyor, anlamsızlaşıyor, akıcılık zarar
görüyordur. Mesela şu kısım…
S 564: O zaman yukarıda
iri bir kuşun belirdiğini görüyordu. Daha doğru böyle iri bir kuşun gölgesinin.
Gölgesinin. Kuşun kendisiyle gölgesi ayrı şeylerdir. Ama yukarıdan gelen o ses
kuş sesi değildir. Daha çok hırlamayı, bir kurdun öfkelenmesini andırmaktadır.
Bir kurt gibi hırlayan kuş.
(Kuş-hırlama bağlantısını
basitçe araştırdığınızda karşınıza pek bir şey çıkmaz, gölgesi
“beliren” kuş hareketli galiba, dolayısıyla sesinin duyulması biraz
güçtür, ardından metinde gölge ile ilgili önemsenecek bir tespit gelir, sonra o
tespit dayanaksız bırakılır, neden “ayrı şeylerdir” diye düşünür
okur, buna bir cevap bulamaz, elbette cevapsız ve dayanaksız bırakma yazar
tercihi ile ilgilidir, fakat sonra beliren kurt imgesi ve gölge birleşir
zihinde, gölgeyi büyütür, kuş yırtıcılaşır ve kaybolur sonra. Metinde gezinen
kuş bir anda kaybolur.)
İlk kitabın vahşet
sahnesi Kadir Ağa’nın oğlu Atalay’ın kurda yakalandığı sahnedir. Bu kitabın
vahşet sahnesi ise Yusuf’un babası Aşık Kerem’in bataklığa saplanmasıdır.
Yazar, aralara bazı kısa hikâyeler eklemiştir. Bu hikâyelerde üslubunu ise
korumuştur. Düşündürücüdür bu hikâyeler. Genelde dini literatüre dayanırlar.
Yusuf Peygamber, Nuh Nebi gibi isimlerin hikâyeleridir bunlar. Roman, son
sahnede dekor olarak bizi bir köy düğününe götürür. Romanın açılışı yapan Civan
Yusuf, Elif ile düğün edecektir. Fakat bu işi tertipleyen kişi köyün – sapık –
şeyhidir. Âşık Kerem ise perişan haldedir. Yine de umutla itiraz etmek ister,
ağanın önüne dikilir, elinden bir şey gelmediği için de gülümser. O an Yusuf’un
kapatıldığı ahırın kapısının yıkıldığını görülür. Yusuf’un güzel atı Cennet
ismiyle somutlaşmış, ilahi bir varlığa dönüşmüştür. Üzerindeki Yusuf ile birlikte
bir sihirli ok olmuştur sanki. Ne kurşun işler Cennet’e ne başka bir şey…
S 578: Ama bütün bunlar
birkaç saniye içinde oldu elbette, köyün içinde bir hayalet gibi, bedenini
arayan, öfkelenmiş korkunç bir hayalet gibi hızla dolaşıyor. Bir ışık oyunu
gibi orada burada parlayıp yitiyordu kır at. Civan Yusuf da onunla birlikte,
onun üstünde. Bir olmuş. Bir olmuş.
Perde kapanmadan önce ilk
romandaki iki karakteri hatırlatır yazar bize: Faruk ve Aysel. Faruk, devrimci
bir genç, Aysel ise köy komutanın sevgilisiydi. Bu iki karakterin kaderi bir
yolculukta kesişir. Faka bu bir son yolculuktur: Buz tutmuş Ç Gölü yutar
ikisini de.
S 586: “Bizi öldüremezler” dedi Faruk.