
Tatar Çölü
Bu eseri “savaş” anlatısı yapılan romanların listelendiği bir yazıda görmüştüm. Konusu itibariyle böyle bir listeyi bence hak etmemektedir. Romana bir askeri tesis mekân olmuştur. Fakat bu tesis rahatlıkla büyük bir holding de olabilir. Askerler de beyaz yakalılar… Okuru çabucak atmosfere çeken sade bir üslupla açılır roman. Kendinizi genç bir subayın hayallerinde bulursunuz. Drogo isimli bu genç subay sıkıcı eğitim yaşantısını henüz bitirmiştir ve bir keçi gibi sekmek, yaşamın kendisine özgür bacaklarla atılmak istiyordur. Sezdirilen karakter içe dönük, biraz saf bir tiptir. Meslektaşlarına sunulan atama haklarından habersizdir mesela. Kendisini o yüzden uzak bir kalede, bir sınır bölgesinde, eski önemini kaybetmiş bir askeri bölgede bulur: Bastiani Kalesi. Bu eski kale onun ilk görev yeri olacaktır. Kaleyi görür görmez “Geri dönmek” ister. Pek istekli olmaz. Kalenin kuzey yamacında ise Drogo’nun ilgisini çeken bir yer, Tatar Çölü vardır.
S 31: Drogo bu dünyayı daha önce nerede görmüştü? Düşünde mi görmüş yoksa eski bir söylenceyi okurken mi kurmuştu? Burayı hatırlar gibiydi, şu alçak kayalıklardan oluşan yığınları, hiçbir bitkinin olmadığı girintili çıkıntılı bu vadiyi, bu sarp uçurumu ve öndeki kayaların kapatamadığı ovanın bu zavallı üçgen parçasını hatırlıyor gibiydi. Ruhunun derinliklerinde çözemediği bazı yankılar uyanmıştı.
Temposu düşük bir romandır Tatar Çölü. Merak uyandırıcı bir özelliği vardır ama. “Bir şeyler olacağı” sezdirilir. Aslında bu romana “sezdirilme romanı” demek bile mümkündür. Bastiani Kalesi’ndeki bazı rütbeliler, gizemli bir şekilde, uzun yıllardır bu ıssız bölgede “istekle” görev alıyorlardır. Bu isteğin gerisinde “Kuzey” tarafından gelecek bir tehlike vardır. Drogo’ya böyle anlatılmıştır. Drogo ise gitmek istemektedir, ona hiç gocunmadan yardımcı olur rütbeliler. Hatta şevke getirirler. Bu da Drogo’yu şaşırtır. Planlamayı rütbeliler açıklar ona. Yapılacak şey basittir. Dört ay sabır göstermelidir sadece. Ardından doktora gözüküp hastalık raporu alacaktır. Drogo mesleğinin ilk günlerini geçirmeye başlar. Ama yaşadığı şehri ve şehrin insanlarını, hatta onların yarattığı kalabalığı çok özlemiştir. Romanın belirleyici noktalarında bir sahne tekrarlanır: Drogo kale penceresinden dışarıya, ıssız araziye bakar. Gördükleri zihninde farklı kıvılcımlar çıkartır. Drogo gitmekten vazgeçer.
S 71: Drogo, bir isteğin gidişini engellemesiyle kalmaya karar verdi ama bir şey daha vardı: Kahramanca bir yaklaşım, böylesi önemli bir kararın alınması için yeterli olmayabilirdi. Şu an için soylu ve iyi niyetli bir davranışta bulunduğunu düşünmekte, kendisini umduğundan daha üstün bularak şaşırmaktadır.
Bastiani Kalesi’ndeki yaşam dünyanın diğer askeri tesislerindeki yaşamla aynıdır. Tekdüze ama titiz bir yaşam… Buzzati arka plana bir eleştiri yerleştirir: Askeriyedeki her şeyi ama her şeyi yönetmeliklerle, kaidelerle ve kararlarla yönetmenin etkilerini inceler. Böyle de bir karakter yaratır: Tronk isminde ciddi bir adamdır bu rütbeli asker. Trajedi anında bile ciddi…
101: Tronk ölünün üzerine eğildi ve sanki omuzlarından tutacakmış gibi bir hareket yaptı ama yönetmeliğe aykırı düşeceğinin aniden farkına varmış gibi, hemen geri doğruldu. Roman insana dair, ıssızlıkta ıssız sorularla devam eder. Askere giden her erkek kendisine şu soruyu sorar oradayken: Ne için buradayız ve bu ciddiyet neden? Zaman geçmek bilmez ve sen günlük hayatta belki de selam bile vermeyeceğin insanlarla geceni, hatta rüyalarını paylaşırsın. Bu romanda da bazı subayların anlaşamadığı ama anlaşmak zorunda olduğu anlar vardır, Buzzati bu zor durumu detaylıca inceler. Mesela Yüzbaşı Monti ve Angustina.. Birlikte hareket etmeleri gerekir ama ortak bir duygu yakalayamazlar, aksine hoş olmayan duygular çıkmıştır ortaya fakat yine de sürdürürler kutsal hareketi.
1. Bir bayrak altında toplanmak ve bir bayrak ideali oluşturmak insanları bir arada tutmak için yeterli midir?
2. Devletin sınırı varken insanın yok mudur?
3. Komuta zinciri, rutin olan işlerin yoğunluğunu arttırarak dağılan askerleri tekrar bir çizgi üzerine yerleştirebilir mi?
4. Rutin, öldürür mü hayalleri?
Bu tip sorulara cevap aranır romanda. Konu, akış, serüven çok da mesele değildir.
S 135: Sığındığı yerden Yüzbaşı Monti, şaşkın şaşkın ona bakıyor ve bir yandan Angustina’nın ne yaptığını, bir yandan da buna benzer bir manzarayı daha önce nerede gördüğünü düşünüyor ama bir anımsayamıyordu.
Okuru oldukça zorlayan bir çıkmaz oluşturulur romanda: İnsan malum savaştan kaçar, savaş istemez, mecbur kalmadıkça eline silah almaz. Savaş korkutucu, yaralayıcı, yok edicidir. Her savaş gericidir. Fakat Bastiani Kalesi’nde işler farklı ilerler. Yalnızlık, kahramanlığı büyütür sanki. Kahramanların çoğu savaş beklentisine girerler. Yaşamları bunu, savaştan dolayı doğacak mucizeleri beklemekle geçer. Zaten Bastiani Kalesi’nde başka ne beklenebilir? İnsan ıssızlaşır, uzaklaşır, yalnızlaşır ve kendisini uç noktada böyle bir kaleye kapatırsa bekleyeceği ne kalır? Şanlı bir savaş ve ardından kahramanca ölüm… Bir anda Drogo’nun kaleye gelişinin dördüncü yılı geride kalmıştır.
S 141: “Teşekkür ederim,” dedi Drogo, bu sözlerden hiç etkilenmemişti. “Ama sonuçta insan burada, kalede daha iyi bir şeyler olacağı umudunu taşıyabilir. Saçma gelebilir ama yine de, siz bile, samimi olun, itiraf edin ki…”
“Belki de evet… maalesef…” dedi komutan. “Hepimiz, az çok umut etmekte diretiyoruz. Ama bu çok saçma, birazcık düşünmek yeterli (eliyle kuzeye doğru bir işaret yaptı). Bu taraftan asla savaş çıkmayacaktır. Hele şimdi, bu son deneyimden sonra, böyle bir şeye ciddi olarak kim inanabilir ki?”
Drogo, iki aylık bir izin alıp şehre, annesinin yaşadığı eve gider. Yazar karakterini mekândan uzaklaştırarak okurun beklentilerine de aslında cevap verir. Okur o anda ne olacağını şiddetle merak etmeye başlar. Betimlenen karakterin modern insanlarda görülen şiddetli bir yalnızlık içinde olduğunu da o an fark ederiz: Kardeşleriyle bağı zayıftır, onların yokluğunu yadırgamaz, var olmalarını düşlemez. Sokaklarda gezer, eski odasına alışmaya çalışır, insanlarla buluşur. Ama en romantik anda bile aklı kaleye gider, orasını düşler.
S 158: Kız Drogo’nun konuşmasını beklermiş gibi susuyor, ona, muhtemelen bir aşk kırıntısıyla bakıyordu. Ne var ki bahçeyi görünce Giovanni’nin düşünceleri, kaleyi çevreleyen cılız çayırlara doğru uçtu gitti.
Aldatılmışlık, aidiyet, hayal kırıklığı gibi duygularla yüzleşir Drogo. Çevresindeki insanlardan çok kendisine bakan bir kişiliğe sahiptir. O yüzden de fark edemez yaşamdaki tuhaflıkları. İnsanı görmez sanki. Sadece toplulukları uzakta bir nokta gibi fark eder. Eyleme katılır, eylemle coşar, ama sonra… kapanır içine. Döner özüne. Nihayetinde kendisini yine Bastiani Kalesi’nde bulur. Bir kez daha tarih tekerrür eder, bir kez daha askerler kuzeyde kıpırtılar görür. Bir kez daha savaş ihtimali konuşulur. Bu ihtimalden, kuzeyde gözüken ışıklardan en çok etkilenenlerden birisi de Drogo’dur.
S 188: Bir kez daha olaylar kendisine karşı gelişiyordu. Saatlerce çölü gözlemesinde ne gibi bir kötülük olabilirdi ki? Neden bu avuntuyu kendisinden esirgiyorlardı? Bunu düşündükçe içinde büyük bir öfke kabarıyordu.
Okur olarak şu hisse kapılıyorum, sizde daralma, sıkışma, ait olamama hissi yaratan bir yer olduğunda, birileri, daha doğrusu otorite bu sürece müdahale etmek istiyor. Mesela anne baba… Sizi bir şekilde o mekânda tutmak için farklı ümitler aşılıyor, görüntüler sunuyor, vaatler sıralıyor. Özellikle de evliliklerde, özellikle şiddetle devam eden evliliklerde… Bir şekilde kadın – genelde şiddete uğrayan olarak – o evde tutuluyor. Drogo ve arkadaşları da roman boyunca uzakta bazı işaretler görmüşlerdir. İnsan ister istemez bu işaretleri acaba merkezdeki komutanlar bile isteye mi koyuyor diye düşünmeden edemiyor.
S 198:Böylece Drogo, bir kez daha Bastiani Kalesi’ne çıkan vadiyi tırmanmaktaydı, ömründen on beş yıl daha eksilmişti. Ne yazık ki, kendisinde hiçbir değişiklik hissetmiyordu, zaman çok çabuk geçmiş, ruhu yaşlanmaya vakit bulamamıştı.
Drogo neredeyse ömrünün sonunu da Bastiani Kalesi’nde kuzeyi seyrederek geçirmiştir. Terfiler almış, omzuna yıldızlar koymuştur; ama boşuna… Bir hüzün anıtına dönüşmüştür zamanla. İnsan ister istemez yıllarca aynı iş yerinde çalışıp türlü ihtimallerin hayalleriyle bütün vaktini geçiren bir emekçiyle bağ kurar.
S 230: Ah, bu bir zamanlar arzuladığından çok daha zor bir muharebeydi.