İki şehrin hikayesi
Dünyada en çok alıntılanan kitap giriş cümlelerinden birisine sahip olan bu eser ilk sayfalarda yozlaşmış bir toplum-dünya betimi yapar.
S 13: … hiç kimse bu hadiselerde bir fevkaladelik görmüyordu.
Bir belgesel anlatısına benzeyen bu roman günlük yaşamdan basit bir hareketle, o hareketi sürdüren sade diyaloglarla açılır. Güzel, merak uyandırıcı bir cümleyle devam eder.
S 22: Her insan evladının bir başkası için derin bir sır ve gizem barındırdığı fikri, üzerine kafa yormak için enfes bir konudur.
Betimsel anlatımlar yoğun ve detaylıdır. İngiliz kırsalına ait betimleri okuruz bir süre. Lorry Jarvis isimli yetişkin bir erkek at arabası yolculuğuyla İngiltere içinde ilerlemektedir. Büyük kasalara sahip Tellson Bankası için çalışıyordur. Roman onun ilerleyişiyle (Paris’e doğru) açılır. Yolda ağır aksak ilerlerken Bay Lorry’nin tanıdığı birisi, Jerry isimli, mesleği habercilik olan bir adam onları durdurur. Bay Lorry’e bir mesaj iletir. Mesajın karşılığında ise bir not alır. Not tek kelimedir: Diriliş! Lorry yaşlı bir adamdır, dolayısıyla da işinde deneyimli birisidir. Hüner sahibi olmasını ise “makine” benzetmesiyle içselleştirir.
S 35: Duygular! Onlara ayıracak ne vaktim ne de fırsatım var benim! Bütün hayatımı, küçükhanım, devasa bir para çarkını döndürmekle geçiririm.
Lorry dinlenmek üzere bir hana çekildiğinde beklemeye başlar. Beklediği kişi Jerry’nin taşıdığı mesajla ilgilidir. Günün akşamında Bayan Manette isimli genç bir kadın gelir ziyaretine. Yolculuğun devamını birlikte sürdüreceklerdir.
S 39: Bu tamamıyla gizli bir görev.
Dickens ve bu romana dair yakın zamanda ciddi bir okumam olmamıştır. İlk sayfalarda edindiğim izlenim gerçekçi bir bakış açısıyla toplumu karikatürize eden bir yazardır Dickens. İroni gibi mizah ögelerini güçlü kullanır. Krallarla bile dalga geçer. Aktarmak istediği eylem trajedi içerse bile – sokağa düşüp parçalanan dolu bir şarap fıçısı – yergiden sapmaz. Komik gözükür anlattığı insanlar. Oysa bir ahlaki çöküntü betimler. Fakat Dickens oradaki insanların sözcüsü gibi davranmayı seçmiştir, kıyıda köşede, köşklerde yaşayan bir yazar değildir. Gerçekçilik ise zaman zaman katı olmayı, çelişkilerden beslenmeyi, eleştiri dozunu arttırmayı ve abartmayı ise zorunlu kılar. “Açlık” diye bağırır Dickens.
S 43: Açlık, fırın tezgâhlarında tek tük kendini gösteren bayat ekmeklerle adını raflara yazdırıyor; ölü köpek etini sosis yapıp satmaya hazırlanan kasaplarda yeniden kendini hatırlatıyordu.
Parçalanan şarap fıçısıyla beraber İngiltere’den Paris’e geçeriz. Acaba Dickens bizi Paris’e götürürken kırmızı renkte kutsal bir sıvının sokaklara dağılmasını aktararak bir mesaj mı vermek istemiştir? Halk avuçlarıyla toplayarak içmiştir tüm şarabı. Şarapçı ise bu durumu şaşkın gözlerle takip etmiştir. Paris’te fakirlik ve fakirliğe bağlı bir başıbozukluk tasvir edilir. Hikâye şöyle gelişir: Banka temsilcisi Bay Lorry ve Bayan Manette yolculuğa birlikte devam ederler ve Paris’e ulaşırlar. Paris’te Bayan Manette’nin babasını bulurlar. Bu zavallı zat uzun yıllar tutsaklık yaşamış, hafızası yerinde bir olmayan soylu bir beyefendidir. Sefalet içinde ayakkabı yaparak yaşamını sürdürüyordur. Bay Lorry onu iş icabı ararken Bayan Manette daha duygusaldır. Talihsiz adamı da alıp Londra’ya doğru geri yola çıkarlar.
S 65: Mahkûm arabaya bindi, kızı da peşi sıra gelip oturdu; tam Bay Lorry de basamağa adımını atmıştı ki adamın acınası bir ifadeyle aletlerini ve yarım kalmış ayakkabıyı sormasıyla olduğu yerde kalakaldı.
Hikâyede beş yıl ileri atlarız. Önemsenecek bu yaşanmışlık sonrasında okur kendisini bir mahkeme salonunda bulur. Bay Lorry, Bayan Manette ve babası (Doktor diye hitap edilir ona) tanık komundadır. Doktor Manette yaşadığı esareti şöyle aktarır mahkeme başkanına.
S 94: Merhametli Tanrım akli melekelerimi bana yeniden bahşettiğinde kızımı tanıyabildim ancak bunu bile nasıl yaptığımı bilemiyorum. O arada geçen süreye dair hiçbir hatıram yok.
Bay Lorry, Lucie – adını öğreniriz – Manette ve Doktor Manette Paris’ten İngiltere’ye gemiyle dönmüştür. Dönerken tanık oldukları bir olay nedeniyle mahkemeye çıkmışlardır. Tanıklık ettikleri kişi orta yaş bir adamdır, ismi Charles Darnay’dır. Bu şahsın avukatlığını ise iki beyefendi üstlenmiştir: Bay Stryver ve Bay Carton. Bay Carton girişken, akıllı, hoşsohbet bir zattır. Müvekkillerini başarıyla savunurlar ve vatana ihanet suçundan idamla yargılanan sanığı kurtarmayı başarırlar. Bu iş öncelikle Lucie Manette’yi memnun eder. Romanın bu aşamasında Lucie’nin herkesi güzelliğiyle büyülediğini söylemek yanlış olmaz. Romandaki gizem ögesi Doktor Manette’nin başından geçenlerdir. Londra’daki yaşamları mütevazı ve sıcak bir aile ilişkisi olarak başlar, hikâyelerine tanıklık eden Bay Lorry de katılır onlara. Bir de Lucie Manette’yi büyüten Bayan Pross vardır. Yani dört kişilik, Londra’da sıcak bir yuva…
S 124: Bayan Pross, başını sallayarak, “Elden bir şey gelmez” dedi. “Bam teline dokunduğunuz anda derhal kötülüyor. Onu kendi haline bırakmak en iyisi. Kısacası, hoşumuza gitse de gitmese de, en iyi çözüm bu.
Dickens’dan Fransa’daki monsenyör şahsa dönük bir yergi okuruz.
S 133: Monsenyör’ün bu dört adamın birinden olsun vazgeçip, yine de semalardan hayranlıkla izlenen bu yüksek mevkiini muhafaza etmeyi sürdürmesi imkânsızdı. Çikolatası üç kişi tarafından takdim edilecek olsa şerefi büyük bir leke alır, bu işi iki kişi yapacak olsa herhalde dayanamaz ölürdü.
Dickens’ın ısrarla vurguladığı tarih olan 1780 Fransız İhtilali (1789) için bir sıçrama noktasıdır. O bakımdan ihtilal öncesi dönemi kalemi almıştır Dickens. Yöneticileri duyarsız, halktan bihaber, giyim kuşam düşkünü olarak resmetmiştir.
S 137: Ve işte o gün, Tanrı’nın bin yedi yüz sekseninci senesinde, Monsenyör’ün davetine gelenler arasında, celladın bile bukleli ve pudralı saçlar, sırmalı giysiler, iskarpinler ve beyaz ipek çoraplarla endam ettiği bir sistemin, yıldızlar kadar uzun ömürlü olmayabileceği kimin aklına gelirdi ki!
Yazar, okuru Fransa’da gaddar bir markinin şatosuna götürür. Marki ayrıcalıkları koruma peşindeyken, onun yeğeni, yani ailenin yeni temsilcisi daha farklı düşünmektedir. Bu genç adam ihtilal öncesindeki halk uğultusuna kulak veren soylu neslin rasyonel bir temsilcisidir. Fakat sözleri pek de ciddiye alınmaz amcası tarafından. Aralarındaki çatışmayı şu sözlerle aktarır Dickens.
S 158: Göze güzel görünüyor olabilir ama gök kubbenin altında ve gün ışığında buranın bütününe baktığınızda ufalanmakta olan bir israf, kusurlu yönetim, gasp, borç, ipotek, baskı, açlık, yoksunluk ve elem kulesinden başka bir şey göremezsiniz.
Fransa’da sefaleti betimleyen Dickens Londra’da romantikliği işler. Londra’da kavak yelleri esiyordur; hem Avukat Stryker hem de mahkeme salonunda yargılanıp aklanan Darnay, aynı kadına âşık olmuşlardır. Bu kişi elbette Bayan Lucy Manette’dedir. Tam olabilir diye düşünürken diğer avukatın da aynı aşka kapıldığını öğreniriz. Yani Sdyney Carton. Onun genç kadına sözleri ise oldukça dokunaklıdır.
S 191: “Hayır, Bayan Manette; başından beri, bunu hak etmediğimin gayet farkındayım. Yine de zaaflarıma yenildim ve bir kül yığınından başka bir şey olmayan bendenizi nasıl bir çırpıda tutuşturuverdiğinizi size anlatma zaafına yenik düşmeyi de sürdürüyorum; oysa çarçabuk yanıp bir hiçe dönüşmek, hiçbir şeyi aydınlatmadan, bir işe yaramadan, harcanıp giden bir alev olmak benim tabiatımın ayrılmaz bir parçası.”
Okur, dünya ve insana dair güzel sözlerle sürdürür okuma serüvenini.
S 221: Şato ve kulübe, taş yüz ve darağacında sallandırılan adam, taş zemindeki kırmızı leke ve köy kuyusundaki saf su; binlerce dönüm arazi, bu koskoca Fransız taşrası, hatta Fransa’nın tamamı bile, gök kubbenin altında kıl gibi incecik bir çizgiden ibaretti. Aynı şekilde, hem azamet hem de acziyle bütün dünya, bir yıldızın titrek ışığında vuku buluyordu. Safi insan aklı bir ışık demetini bölüp parçalarına ayırıp inceleyebiliyorsa, daha yüce akıllar, dünyamızın cılız ışığında dahi onun üzerinde var olan her düşünce, eylem, erdem ve erdemsizliği okuyabiliyor olmalıydı.
Romandaki mühim mekânlardan birisi Fransa’da olan bir şarapevidir. Bu şarap evi kızı onu kurtarmadan önce Doktor Manette’nin bir süre sığındığı sefil yerdir. Şarapevini Defarge isimli bir adam ve eşi yönetiyordur. Eşi becerikli bir kadındır. Gizem unsuru bu mekân üzerinden verilir. Bir halk ayaklanmasının planlandığı sezdirilir. Casuslar ve ayaklanmaya katılanların birbirine karıştığı bir yerdir. Yoksulluk ve sefalet ise tam bir karmaşa yaratıyordur mekânda. Sonunda Fransa karışır, Paris’te bir halk ayaklanması (Fransız Devrimi) başlar.
S 268: Kaynayan suyun merkezinde oluşan girdap gibi öfkeli kalabalık da Defarge’ın şaraphanesini merkez bellemiş, onun etrafında dönüyordu; bu kaynar kazandaki herkes anafora kapılmışçasına, çoktan baruta ve tere bulanmış Defarge’ın emirler yağdırıp, silahlar dağıttığı, bir adamın elindeki silahı alıp diğerine vererek, bu hengâmenin içinde var gücüyle çalıştığı noktaya doğru çekiliyordu.
Paris karışırken Londra’da bir aile saadeti sergileniyordur. Doktor Manette, biricik kızı Lucie’nin Bay Darnay ile evlendiğini görür. Bu evliliği küçük bir çocuk takip eder. İki yaşlı insan, Doktor Manette ve Bay Lorry ise birbirlerine iyice yaklaşıp sıkı bir dostluk geliştirmişlerdir. Bay Lorry banka için çalışmaya devam ederken gündüzlerini hesapla kitapla akşamlarını dostuyla beraber geçirmeye başlar. Bu mutlu aile tablosunun önemsenen yabancısıdır o. Ailenin yanında kalıp ev işlerini yapan Bayan Pross ise cefakâr yaşamına devam ediyordur. Bay Lorry’nin çalıştığı banka olan Tellson o günlerde yoğun mesaiye geçmiştir. Çünkü Fransa’daki soylular ülkedeki karışıklıklar yüzünden paralarını bu bankaya taşımışlardır. Bay Lorry ise Fransa’daki müşterileri için tedirginlik hissediyordur.
S 295: Tanrı bilir! Paris’in hemen bugün ateşe verilmeyeceği ya da yarın yağmalanmayacağının garantisini kim verebilir?
Şu hususu belirtmekte fayda var: Halk ayaklanması, Doktor Manette’nin şarapevinden kurtuluşundan on yedi yıl sonra olmuştur. Dickens şaşılası bir özenle alaycılığını hem ayaklanmaya kalkışan halkı anlatırken hem de soyluluarı yererken kullanır. Genel bir “beğenmeme” havası sezdirir yazar. “Duyarsız soyluların canı cehenneme, evet, ama peki kan akıtmak için çıldıran halk kitlelerine ne demeli?” Bu minvalde bir tarzı vardır Dickens’ın. Romana dair bir düğüm de ayaklanmayla birlikte çözülür: Bay Darnay romanın girişinde aktarılan Fransız soylusunun yeğenidir. Mirası reddedip Londra’ya gitmiş, yolda Lucie ile tanışmış, casuslukla suçlanıp yargılanmış fakat affedilmiştir, sonrası ise düğünle neticelenen mesut bir yaşamdır. Ta ki Paris karışına dek… Amcası için çalışan bir adam Darnay’dan yardım ister. Darnay ise bu yardım çağrısını geri çevirmeyerek Paris’e gider. O esnada Bay Lorry de banka işleri için oradadır. Bay Darnay tutuklanır, sınırdan geçemez, hapse düşer. O dakika Doktor Manette ve Lucie yollara düşerler. Aile Fransa’da toplanır. Doktor Manette ayaklanmanın hedefinde olan Bastille Hapishanesi’nde yattığı için halk tarafından biliniyordur. Ayaklanmanın önemli figürlerinden Bay Defarge de güçlü bir referanstır. Lucie Defarge çiftine tutsaklığı belirsiz olan kocası için yalvarır.
S 335: “O halde benim hatırım için kocama merhamet edin. Evladımın hatırı için! Kızım avuçlarını açıp kocama merhamet etmeniz için dua edecek. Sizden korktuğumuz kadar korkmuyoruz diğerlerinden.”
… ve giyotin! Fransız Devrimi sırasında son şeklini alan ve binlerce insanı ölüme gönderen o ürkütücü alet.
S 343: Giyotin öylesine çok kelle uçurmuştu ki hem kendi hem de kirlettiği toprak çürümüş kan rengine boyanmıştı. Haylaz bir şeytanın yapbozu misali kullanılmadığında sökülüp ihtiyaç olduğunda da tekrar bir araya getiriliyordu. Belagat sahibi olanları susturuyor, güçlüyü yok ediyor, iyi ve güzel olanı ortadan kaldırıyordu.
Fransa’da trajedi dibine kadar yaşanırken yeni bir figür de perdede gözükür: Bay Sydney Carton. Yani Lucie’ye aşık olan avukat beyefendi… Kendileri İngiltere’deki davada Darnay’ı savunmuştur. Paris’i ve hayatı ise güzel özetler.
S 377: Umutsuz bahisler için umutsuz oyunların oynandığı umutsuz bir zamandan geçiyoruz. Bırakın da kazanan eli Doktor oynasın, kaybeden eli ise ben. Burada kimsenin hayatı beş para etmiyor. Bugün evine omuzlarda taşınan biri yarın idama çarptırılabiliyor.
Roman sürpriz bir sonla biter. Devrimin kanlı tarafı Dickens için ilgi çekicidir. (Bunu okur olarak iliklerimizde hissederiz.)Eleştirel bakar devrime… Bu eleştirel aktarımı romanın sonuna yaklaştıkça iyice arttırır: Giyotin, bir insan gibi romandaki kahraman listesine eklenir. Kaos ise kindar devrimcilerin arzuladığı bir durumdur ve artık iş çığırından çıkma noktasına ulaşmıştır. Bu romanı okuyan birisi Fransız Devrimi’ne giden yolu “soyluların sorumsuzluğu ve şiddeti olarak” kodlar. Dolayısıyla bir intikam hareketi izlenimi verir Dickens. Kuramsal gelişimi açıklamaz. Fransa Devrimi’nin geri planında akan aydın insan birikimini ise hiç görmez diyebiliriz. (Bu bağlamda roman beni şaşırttı diyebilirim.)
Romanın temposu, karakterleri, aile sıcaklığı iste ustaca ve mükemmel!