robinson crusoe

Hikâye, Robinson isimli genç bir adamın “yön bulma” arzusuyla açılır. O yönünü denizler olarak belirlerken ailesi “karada” güvenli bir yaşam ısrarında bulunur. Robinson için günler ikna çabalarıyla ve empati bekleyişiyle geçer. Sonunda soluğu bir gemide alır.

S 6: Tanrı biliyor ya uğursuz bir saatte, 1 Eylül 1651 günü Londra’ya giden bir gemiye bindim.

 

Daha ilk günden bir fırtına belirir. Robinson şaşkın gözlerle inceler fırtınayı.  İşler yolunda gitmez, gemi rotasından sapar; yaşamsal sürecin en ağır ihtimali ise buz gibi soğukluğuyla yüzeye çıkar, tıpkı bir fırtına gibi: Ölüm! Nihayetinde Robinson’un ilk bindiği gemi batar. Fakat kaptanın ve tayfanın öngörüsü sayesinde gemidekiler bir sandal aracılığıyla yakındaki karaya çıkar. Geminin kaptanına ise genç denizciyi uyarmak düşer.

S 13: “Bu benim işim, dolayısıyla da görevim; ancak sen bu yolculuğa denemek için çıktığından bunu sana Tanrı’nın, gitmek için direttiğinde başına ne geleceğini gösterdiği bir deneyim olarak gör. Belki de bütün bunlar başımıza senin yüzünden gelmiştir, Yunus’un Tarşiş’e gittiği geminin başına gelenler gibi.

 

Robinson onu denizden uzaklaştıracak doğa olaylarına boyun eğmez, yazgısını “denizler ve macera” olarak kodlar. İkinci denemesi başarılı olur. O dönemlerde Avrupalı gemiciler sömürge faaliyetlerine başlamışlardır, haliyle gemiler macera ve çabuk para arayan insanlarla doludur. Üçüncü denemesinde Robinson’un içinde bulunduğu gemi Müslüman korsanlar tarafından ele geçirilir. Robinson, korsan kaptanının kölesine dönüşür. Onun elinden de bir şekilde kurtulur, orta boy bir sandalla tekrar denize açılır. Bu inanılması güç macera bile başlı başına harika bir deneyimdir. Robinson onu kölesine çeviren Müslüman kaptanın elinden kurtulurken bir çocuğu da yanına katmak durumunda kalmıştır. İkisi birlikte salla epey bir ilerlerler. Bugün, Cape Verde ismiyle bilinen Yeşil Burun Adaları (Senegal yakınları) isimli bölgede büyük bir gemi görürler. Bu büyük gemide Portekiz bayrağı dalgalanıyordur. Şansı yaver gitmiştir Robinson’un: Portekiz gemisinin mürettebatı onu fark etmiştir. Kaptan ise yolculuklarının Brezilya’ya olduğunu söyler. Nazik ve mert bir denizcidir bu adam.

S 35: Kendim kurtarıldığımda nasıl mutlu olacaksam sizin yaşamınızı da aynı duygularla kurtardım: Şu ya da bu zamanda ben de kendimi aynı durumda bulabilirim.

 

Bu bir macera hikâyesidir. Tutkun bir adamın yaşamını anlatır. Sömürge anlatısı da alt metin olarak yer alır eserde.

S 41: Bu konudaki gezeveliklerimi, ama özellikle de zencilerin alım satımına ilişkin söylediklerimi ilgiyle dinliyorlardı. O zamanlarda henüz başlamış olan zenci ticareti pek ilerlememişti (…)

 

Bir ara not: Noktalama işaretleriyle devam eden ardı sıra cümleler fazlasıyla yayılmıştır esere. Ben bazılarını kural dışına çıkıp kendi isteğime göre böldüm.

Dünyanın belki de her yerinde okunan, insanları birbirine bağlayan bu eserin konusu herkesçe bilinir: Robinson Crusoe isimli bir adam ıssız bir adaya düşer. Yazar Daniel Defoe sözü fazla uzatmaz, karakterini talih, merak ve macera üçgeninde inceler. Brezilya’da iyi bir hayat kuran Robinson’un denize tekrar açılması için hiçbir sebep yoktur. Yine de açılır. Yine gemisi fırtınaya yakalanır. Yine kurtulur Robinson. Ama bu seferki kurtuluşu bir ceza gibidir.

S 49: Kısa sürede avuntum azaldı çünkü tek sözcükle berbat bir kurtuluştu bu.

 

Robinson bir adaya yalnız başına düşer. İçinde bulunduğu gemi ise adanın kumsallarına saplanmış, fırtına diğer mürettebatı denize çekmiştir. Robinson adada yalnız olduğunu idrak eder ve müthiş bir kapasiteyle yaşamsal hesaplamalara girişir. Evvela yarısı parçalanmış vaziyetteki geminin durumunu inceler. Zorlukla gemiye girer ve içinden çıkarabildiği malzemeleri kıyıya götürür. Ateşi, çadırı ve kullanabileceği balta gibi eşyaları vardır. Günler, haftalar, yıllar geçer. Robinson için yaşam kutsal bir yolculuğa dönüşmeye başlar.

S 100: Peki bu güç kim? Ardından en doğal biçimiyle, bütün bunları Tanrı’nın yarattığı geldi aklıma. Her şeyi yapabilen Güç her şeyi yönlendirip yönetebileceği için, hepsini ve kendileriyle ilgili her şeyi çekip çeviren ve hükmeden de odur. Eğer böyleyse, yaptıklarının büyük döngüsü içinde onun bilgisi ve rızası dışında hiçbir şey olamaz.

 

Robinson’un elinde gemiden aldığı birkaç tüfek ve fişek de vardır. Kusursuza yakın bir nişancıdır. Av bilgisi de gelişmiştir. Önce birkaç kuş avlar. Ardından adada gezinen yabani keçileri bulunca akşam yemeği işini halletmiş olur. Ama aklı sürekli etrafta gezinen vahşi hayvanlardadır. Bir mağarayı yavaş yavaş korunaklı bir yuvaya dönüştürür. O esnada adada vahşi hayvan bulunmadığını da fark eder. Üç iş belirginleşir: yuvayı geliştirmek, adayı keşfetmek, beslenme sorunu üzerinde çözümler araştırmak! Adanın merkezinde yabani meyveler bulur. Özellikle de üzüm… Üzümleri kurutarak kendisine erzaklar hazırlar.

S 113: Yağmur mevsimiyle kurak mevsimin düzenini artık anlamaya başlamış, ikisine de hazırlıksız yakalanmamak bakımından bunları birbirlerinden ayırmayı öğrenmiştim, ama bu noktaya gelene kadar epeyce acı deneyim yaşamıştım ve şimdi anlatacağım şey yaptığım en cesaret kırıcı deneylerden birisiydi.

 

Hikâyenin genelini iyimser bir hava sarar. Defoe, bir kazazeden ziyade yetişkin bir öğrenciyi anlatır sanki. Bu da hikâyeyi trajediden uzaklaştırıp masalsı bir atmosfere sokar. Robinson büyük bir adaya düşmüştür. Adayı tümüyle keşfetmesi bile yıllarını alır. Mevsimler bildiği muazzam düzenden uzaktır: Yağmurlu ve güneşli günler olarak ikiye ayrılır. Gemiden aldığı eşyaların içinde bulduğu İncil ise zaman içinde başucu eserine dönüşür. İnançsız veya ilgisiz bir gençlik geçiren Robinson için İncil oldukça ilgi çekicidir bu yalnızlıkta. Şunu da belirtmek gerekir: Robinson, babasının ahını aldığını düşünüp sık sık ilahi düşüncelere de savrulur.

S 125: Kapağını asla açmamış olsam da, İngiltere’deki dostumu herhangi bir sipariş vermememe karşın eşyalarımın arasına İncil’i koymaya yönelttiği ve ardından geminin enkazından kurtarmama yardım ettiği için içtenlikle şükrettim Tanrı’ya. Böylece bu ruh hali içinde üçüncü yılıma başladım.

 

Bu macerayı okurken üç teknik detaya özellikle dikkat ediyorum:

  1. Bugünkü teknoloji bilgiye ulaşmayı ve o bilgiyi kaydetmeyi çok kolaylaştırıyor, Defoe ise o zamanlarda bu kadar detayı nasıl bir hafızayla tutuyordu aklında? Onlarca not kâğıdı geliyor gözümün önüne.
  2. Bu eser bir yandan da bize tarıma geçen insanlarla ilgili bir empati kanalı açıyor. Onların aletlerle mücadelesini, toprakla iletişimini, bir şeyler üretebilme ve bunları koruyabilme çabalarını düşünüyoruz ister istemez.
  3. Et yemeyi seven ve evinde bir kedi besleyen modern bir insan olarak şu soru üzerinde düşüncelere kapıldım: Acaba Defoe bu çağda yaşasa av karşıtı hassas insanlardan çekinip kaleme aldığı av sahnelerini bir nebze azaltır mıydı? Yoksa bu mesele yazar değil de Robinson karakteri üzerinden mi incelenmeli?

 

Okurun Robinson’un bir adaya düştüğüne inanması gittikçe güçleşir, tesadüf eseri elde ettiği başaklar sayesinde zaman içinde tohumları olur, ardından toprak kaplar yapar, hatta un elde edip ekmek pişirmeye başlar. Öyle ilginç bir adadadır ki yere çaktığı kazıklar bile zamanla otlanır, ağaca dönüşür. Tehlikeli bir hayvan da gözükmüyordur etrafta. Gölgeliği, yatağı, çadırı, tatlı suyu ve yiyeceği vardır. Boş kaldıkça pratik gereçler bile yapar; raflar, masalar, elbiseler, hatta bir şemsiye… Bunların yapımına olanak sağlayan gereçleri ise gemiden taşımıştır mağarasına. Gemiden iki kedi – kısa sürede ölmüşlerdir – ve bir köpek de kalmıştır ona. Fakat köpeğin kurguda kapladığı belirsiz hacim romanın yazım başarısına biraz gölge düşürür. Okur tarafından unutulmaya müsaittir bu köpek. Bununla birlikte Robinson’un neden köpekle duygusal bir bağ kuramadığı ise muammadır. Robinson yollar içinde bir tane papağanı evcilleştirmeyi başarır. Ardından yörede dolaşan ürkek keçilere göz diker.

S 149: Fakat şimdi, burada yerleşmemin on birinci yılındaydım; dediğim gibi cephanem de gitgide azaldığından bazılarını canlı yakalayıp yakalayamayacağımı anlamak için keçileri tuzağa düşürüp yakalamanın yollarını düşünmeye koyuldum, özellikle de yavru, dişi bir keçi istemekteydim.

Keçileri evcilleştirmeyi de başarır Robinson. Hatta işi ileriye götürüp kendisine birkaç tane çitle çevrili keçi ağılları yapar. Derken beklenen eylem gelir: Robinson kendisine bir kano yapmaya girişir. Büyük gövdeli bir ağacı devirip içini oyarak ilkel bir kano elde eder. Bu kanoyla denize açılır ama temkini de elden bırakmaz. Niyeti adanın etrafında dolaşmaktır sadece. Kanosunu sokabileceği bir koy bulunca yanaşır, ardından o noktadan karaya çıkar. Kendi güvenli alanına ise yürüyerek döner. Çünkü ada kıyılarında yoğun gelgitler ve akıntılar görmüştür. Bir gün kanosuna tekrar bakmaya gittiğinde sahilde bir ayak izi fark eder. Kıyaslanınca kendisinden daha büyük bir ayağa ait olduğunu anlar bu izin. Yaşadığı korkuyla ilginç önlemler alır, işi yavaş yavaş paranoyaya dönüştürür. En fenası yamyamlar tarafından yenilmekten korkuyordur.

S 179: Adanın güneybatısında tepeden sahile indiğimde tam anlamıyla afalladım; kıyıya saçılmış kafatasları, insana ait el, ayak ve öteki kemikleri gördüğümde, özellikle de sefil vahşilerin kendi türleriyle kendilerine ziyafet çekmek için kullandıklarını sandığım, toprağa bir çember kazarak ateş yakıldığı belli olan yerin farkına vardığımda kapıldığım dehşeti anlatabilmem mümkün değil.

 

Ve nice yıllar sonra Robinson denizden gelen bir top sesi duyar. Ardından ateş yakarak kendisini belli eder. Birkaç top sesi daha duyar ve ümide kapılır. Fakat gün ışıyıp kıyıya gittiğinde batmış bir gemiyle karşılaşır. Kimse de yoktur etrafta. Hüzne kapılır Robinson.

S 203: Görünürdeki bir nesneye ya da görünmese bile hayal gücünün etkisiyle zihinde canlanan bir nesneye yöneldiğinde, duyguları harekete geçiren birtakım gizli kaynaklar var ki, tez canlılığıyla ruhu ve nesneyi kucaklamak için son derece şiddetli, hevesli biçimde taşkınlığa sürükleyip o nesnenin yokluğunu dayanılmaz kılıyor.

 

Bu aşamada, yirmi yılı aşkın süreyi geçtikten sonra romanın diğer karakteri Cuma gözükür. Robinson’un bulunduğu ada, yakınlardaki yerli halklar için gizemli bir uğrak noktasıdır. Bu adaya ayin benzeri bir törensellikle gelip insan eti yiyorlardır. Robinson’un korkusu da bu keşfi yüzündendir zaten. Bir gün altı tane kano gözükür, yanlarında da dört tane esir, yani kurban… Bunlardan birisi kaçmayı başarır. Sahneyi gözleyen Robinson bu kaçağı kurtarıp kendisine arkadaş eder. İsmini de Cuma koyar. Zamanla ısınırlar birbirlerine. Robinson stratejik davranır. Yıllar geçmesine rağmen modern insana ait analitik düşünme becerisini asla kaybetmemiştir. Cuma’ya konuşmayı öğretir. Ardından bölge ve halklar ile ilgili sorular sorar. Niyeti Cuma’yı kullanıp bu adadan kurtulmaktır. Okuduğu İncil sayesinde ve bu okuma deneyiminden de öte içinde bulunduğu mucizevi durumun ışığında Robinson dinine bağlanmıştır. Kendisine bir de mürit bulmuştur. Konu karşılıklı inançları anlatmaya gelir. Cuma ona yaşlı, herkesten, her ağaçtan yaşlı bir adamdan bahseder; her şeyin sebebi olarak onu gösterir, toplumlarındaki yaşlı adamların O’ndan haber getirdiğini söyler.

S 234: Buradan çıkarttığıma göre, dünyadaki en cahil putperestler arasında bile papazlık zanaatı bulunuyordu ve halkın din adamlarına saygısını korumak için dini gizemli hale getirme politikası yalnızca Romalılarda değil, dünyanın tüm dinlerinde, hatta en zalim ve barbar vahşilerde bile vardı.

 

Ümit ve dua etmenin, yaradana sığınmanın, insana dair olan her şeyi düşünmenin hikâyesidir anlatılan. İnsana dair olumlu şeyleri gözeterek yaşayan bir adamdır Robinson. Ama iyimserliği aşırı değildir. Korumacı, zaman zaman bencil, yaşamda kalma güdüsü baskın ve biraz kibirli bir insandır. İçine düştüğü müşkül vaziyet düşünüldüğünde “ayrıcalıklı beyaz insan” düşünceleri geçersiz gibidir ama yine de bunları zaman zaman anımsar. “Unutmaz” demek daha doğru olur. Cuma’yı gördükten sonra tabiri caizse kısmeti açılır. Aynı sahne tekrarlanır, yerlilerin kanoları tekrar gözükür, esirler ise usulca ateşin büyümesini ve yenmeyi bekliyorlardır. Robinson esirlerin arasında beyaz bir adamı görünce hamle yapar, elindeki tüfeği kullanarak yerlileri kaçırır ve iki esiri kurtarır. Bunlardan birisi İspanyol bir denizcidir, vakti zamanında bu adada batan geminin mürettebatlarından birisidir; diğer kişi bir sürpriz olur, Cuma babasıyla karşılaşır. Robinson yeni bir planın içinde bulur kendisini: Cuma’nın yaşadığı yerlerde esir olarak yaşamlarını sürdüren on yedi beyaz denizciyle birlikte denize açılmak ve ülkesine dönmek… Aslında bu fikir kurtardığı insanlar tarafından verilmiştir ona. Robinson tümüyle güvenmez bu denizcilere; evvela yeminler alır, ardından güvenceler ister.  Planın ilk aşamasında İspanyol denizci ve Cuma’nın babası kanoya binip giderler. Robinson onları ve yanlarında getirecekleri denizcileri heyecan içinde bekler. Bir gün bir ufak sandalın adaya yanaştığını görür. Sandal bir İngiliz gemisine aittir, gemi az ötede demirlemiştir. Robinson hemen fark eder meseleyi: Bu büyük gemide büyük bir sorun çıkmıştır. Soruna çözüm ise denizlerde sıkça rastlanan bir durumdur: İnfaz! Sandaldaki herkes beyazdır. İki grup vardır: İnfaz timi ve tutsaklar… Robinson bazı hesaplamaların neticesinde tutsakları kurtarır. Tutsaklardan birisi, “Geminin kaptanı olduğunu ve gemide isyan çıktığını,” söyler. Fakat gemi halen isyancıların elindedir.

S 279: Aslında gemiyi ele geçirebileceğimizi pek de aklım kesmiyordu; benim görüşüm, eğer sandalı alamadan giderlerse, onu onararak bizi Leeward Adaları’na kadar götürebilecek duruma getirmek ve yolda da bizim İspanyol dostlarımıza uğramaktı, çünkü aklım hep onlardaydı.

 

Bir şekilde, türlü kurnazlıklarla gemiyi de ele geçirir Robinson ve yanındakiler. Artık Robinson için evi, yani Londra az ötede gözükür sanki. Ama geçen yıllar…

S 300: Böylece geminin kayıtlarından öğrendiğime göre, 19 Aralık 1686 tarihinde, yani Sale’li Mağribîler’in elinden filikayla kaçtığım günle aynı tarihte, ikinci esaretten de kurtularak üstünde geçirdiğim yirmi sekiz yıl, iki ay ve on dokuz günden sonra adadan ayrılmıştım.

 

Son yirmi sekiz yılını bir adada geçiren Robinson, eski yaşamına kavuştuğunda tabii bir şaşkınlık içerisine düşer: Genç halini hatırladığı birçok insan ölmüş, birçok ev yıkılmıştır. Adadaki yalnızlığında İncil’i kendisine dost edinen Robinson eşsiz deneyimlerden geçmiştir. Bu deneyimlerin neticesinde ulaştığı yaşamda okur ondan daha dingin bir ömür sürmesini, dünya malından elini eteğini çekmesini bekler. Ama öyle olmaz. Robinson sanki uzun bir tatilden dönmüştür. Aklı geride bıraktığı mal mülktedir. Brezilya’daki sömürge çiftliğini tekrar almaya çalışır, başarır da. Bu haliyle Robinson batı insanını, batının sömürgelere açılan iş adamlarını, rasyonel düşünceyi, pratik ve çözüm odaklı kişisini temsil eder. Böyle okunduğunda bu eser aslında iş adamları açısından bir kılavuz eser niteliğine bürünür. Atiktir Robinson, yaşamda kalmak için her şeyi yapabilir, özgürlüğü çok değerlidir, kendisi gibi beyaz insanların düşünceleri ve dini daha yücedir, para gerçek bir değerdir, insanların köleliği basit bir araçtır. Cuma ise onun önüne son çıkan işarettir. Saf, iyi kalpli, dürüst ve özverili… Fedakâr, başka düşüncelere açık, değişime uyumlu, tabiatla bütünleşmiş… Mesela babasıyla teknede karşılaştığı sahne vuslata dair en güzel betimdir romanda. Öyle sanıyorum ki Defoe bilinçli yapmıştır bunu. Çünkü Robinson yıllar sonra kavuştuğu insanlarla böylesi duygusal bir bağ kurmaz. Aksine pratik meselelere aşırı bir ciddiyetle odaklanır. Tekrar yolculuk ihtimali doğduğunda ise iki kere gemi yolculuğuna yeltenir ama cesaret edemez, iyi ki de edemez çünkü gemilerin ikisi de felakete uğramıştır. Kara yoluyla devam eder yoluna. Bu sefer de bambaşka bir macera onu bekliyordur. Yanında da Cuma… (Bu son macera mükemmel bir alt metin örneğidir, devasa romanda akılda kalan bir hikâyedir, dikkatle okunmalıdır.)

Daniel Defoe - Robinson Crusoe