Karanlığın yüreği

Uzun ve biraz da yorucu bir önsözün ardından öykümüz bir keyif anının betimlenmesiyle açılır. Dört arkadaş, Thames Nehri’nin denize açılan noktasında, seyir halindeydiler.

S 39: Bir denizciydi ama aynı zamanda bir gezgindi; oysa birçok denizcinin – şayet bunu böyle ifade etmek doğruysa – durağan bir hayatı vardır. Sürekli evde oturmayı düşünürler ve evleri de – gemileri – hep yanlarındadır; tıpkı ülkelerinin, yani denizin hep yanlarında olması gibi. Her gemi birbirine benzer ve deniz de hep aynıdır.

Dört arkadaş da deniz tutkunudur. İçlerinden birisinin adı Marlow’dur. Marlow sessiz geçen yolculuğu, başından geçenleri anlatma isteğiyle bozar. Hikâye anlatmayı da seven bir adamdır. Marlow, Afrika’ya, Kongo ülkesine gemi kaptanı olarak gidişini anlatır. İpi tam ucundan tutar ve ilginç geçmişine götürür arkadaşlarına.( Bu anlatı romanın kendisidir.)

S 52: Kıyıyı seyrettim. Gemi uzaklaştıkça gözden yiten bir kıyıyı seyretmek, bir gizeme kafa yormak gibidir. İşte orada karşınızdadır; güler, somurtur, davetkâr, ihtişamlı, acımasızdır ve sıkıcı veya vahşi olsa da suskundur; fısıldarcasına, gel ve keşfet, der.

 

Marlow, Afrika’ya (Kongo’ya) ulaşır. Orada nüfuslu tanıdıklarının yardımıyla bir gemi kaptanlığı işi kapmıştır. İlk gözlemleri genel sömürgecilik üzerinedir. Evvela yerel halkın hareketliliği onu şaşırtmıştır. Yükte hafif, pahada ise ağır olan değerli bir ürünün alışverişi söz konusudur: Fildişi! Yerliler fildişi getiriyor, beyazlar ise onlara basit ve gündelik, yaşamı kolaylaştıracak şeyler veriyorlardır.

S 70: ‘Fildişi’ kelimesi havada çınlıyor, fısıldanıp iç geçirilerek söyleniyordu. Fildişi için ibadet edip yakardıklarını sanırdınız. Ahmakça, yoz bir hırs, bir cesetten yayılan kötü koku dalgası gibi esip her yana bulaşıyordu.

 

Marlow sahiden de iyi bir anlatıcıdır.

S 76: Sanki size bir rüyayı anlatmaya çalışıyorum; boşuna çabalıyorum, çünkü rüyaya ilişkin hiçbir şey, rüya hissini, çalkantılı bir isyan mücadelesiyle iç içe geçmiş o anlamsız, şaşırtıcı ve sersemletici, rüyaların özü olan o tutsak düşme hissini aktaramaz. 

Marlow Kongo’da derin bir tehlike çemberinin içine çekilir. Anlayamadığı bir sessizlik hüküm sürmektedir Afrika’da. Ona her şey sessiz bir karmaşa olarak görünür. İsmini duyduğu beyaz bir adama ulaşmak ise gizemli bir hedef hâline dönüşür. Bu uğurda bir teknenin dümenine geçer ve nehirde açılır.

S 100: Açlığın tüm kemirgen iblisleri adına neden üzerimize çullanıp – beşimize karşı otuz kişiydiler – bizi oracıkta midelerine indirmediklerine hâlâ şaşıyorum. İriyarı, kuvvetli ve cesur adamlardı, ama yaptıkları şeylerin sonuçlarını tartacak kapasiteye sahip değillerdi.

 

Ulaşılmak istenen beyaz adamın adı Kurtz’dur. Kurtz beyaz adamların övgüyle bahsettiği birisidir. Yardıma ihtiyacı vardır ve Marlow o niyetle nehrin derinliklerine doğru ilerliyordur.

S 110: Mesele, yetenekli bir yaratık olarak Kurtz’un, tüm bu meziyetleri arasında bir tanesinin, kelimeleri kullanma yeteneğinin, diğerlerinin çok önünde olmasıydı; öyle ki, kelimeler adeta gerçekten sizinle birlikte, yanınızdaymış gibi bir his veriyordu – şaşırtıcı, aydınlatıcı, en yüceltilmiş ve en çok tiksinilen, nabız gibi atan bir ışık seli ya da akıl ermez, nüfuz edilmez, zifirî bir karanlığın yüreğinden gelen aldatıcı bir akıntı olan ifade yeteneği.

 

Diyalog ve tasvir, pek abartılmamıştır eserde. Bir veya iki cümle… Ardından Marlow’un iç dünyasına ait çözümlemeler okuruz. Yazar bazen bizi, tekneye, yani hikâyenin anlatıldığı zamana çekip bu eserin yazılış tarzını hatırlatır okura. Yaşlı bir adam, gençliğinde yaptığı bir yolculuğu anlatmaktadır. Olaylardan ziyade kendisinin ne düşündüğünü anlatır. Beyaz adamı, hacılar olarak isimlendirir. Silahlı ve akıllıdır hacılar… Siyah adam ise saf ve itaatkâr… Gemileri siyahilerin saldırısına uğramıştır. Saldırı ilkel oklarla yapılmıştır. Hacıların karşılığı ise tüfeklerdir.

S 118: “Desene! Çalılıklardaki vahşileri anlı şanlı bir katliama uğrattık, ha? Ne dersin? Ha?” Neredeyse dans edecekti zevkten, kana susamış zencefil kafalı piç kurusu.

 

Yolculuk, bir istasyonda son bulmuştur. Onları yirmi beş yaşında genç bir Rus delikanlı karşılamıştır. Kendisi, Mr. Kurtz’u yakından tanıyordur. Marlow’a ondan bahseder.

S 128: “Sanırım en sonunda idrak etti, ama en sonunda. Fakat vahşi doğa daha erken davranıp onu ele geçirmiş ve bu akıl almaz işgalin intikamını korkunç bir şekilde almıştı. Sanırım doğa kendisiyle ilgili, farkında olmadığı, ancak bu büyük yalnızlık sayesinde kavradığı bazı şeyler fısıldamıştı ona; karşı konulamaz bir büyüleyiciliği vardı o fısıltının. Çok büyük bir yankı yarattı içinde, çünkü kof bir adamdı Kurtz…

 

 

Beklenen karşılaşma vuku bulur; Marlow, Mr. Kurtz ile tanışır. Afrika, Mr. Kurtz’u tüketmiştir, tedavi edilmeli ve yaşama döndürülmelidir. Fakat Mr. Kurtz’un bunu isteyip istemediği belirsizdir. Siyahi orman halkları ise ona tutkuyla bağlıdırlar. Beyazlarla çatışıp Mr. Kurtz’u vermek istemezler. Fakat Marlow, onu gemiye almayı başarır. Fakat ölüm işini geciktirmez. Eser boyunca teknedeki arkadaşına Mr. Kurtz’dan farklı farklı nitemelerle bahseden Marlow onu bir tanrıya dönüştürür. (Bu manidardır, siyah kıtada kendisini tanrıya dönüştüren beyaz adamla yoğun bir empati yapmıştır Conrad!) Marlow, tanrının ölümünün ardından zorlu düşüncelere savrulur.

S 148: Ölümle boğuştum. Düşünebileceğiniz en yavan, en heyecansız mücadeledir bu. Elinizle tutup kavrayamayacağınız bir bulanıklığın içinde, ayağınızı basacağınız bir zemin ve çevresinde hiçbir şey olmayan, izleyiciden, gürültüden, şan ve şöhretten, o büyük kazanma ve zafer arzusundan, büyük mağlubiyet korkusundan yoksun, donuk, hissiz bir kuşkuculuğun hastalıklı ortamında, kendi çaba ve becerinize pek inancınız olmadan ve hatta hasmınızın çabasına daha da az inanarak yaşanan bir mücadele. Şayet akıl ve bilgeliğin doruk noktası bu ise, o zaman yaşam, bazılarımızın düşündüğünden daha da büyük bir bilmecedir.

 

Nedense bu kült eser beni pek sarmadı. Belki de içinde bulunduğum – sürekli aklıma bir şeyler geliyor – ruh haliyle ilgili. Cümlelerin yapısı belki de… Sözcük seçimlerinde bir sorun yok bence. İmgesel döngü gayet verimli işliyor zihinde; Afrika’yı, gemiyi, siyahi halkı, beyaz insanları… Fakat hareket azlığı belki de… Bir anda cümlelerde geriye gidip eseri anlamaya çalışıyorum. Hikâye, bir anda Marlow’un karaya çıkışıyla devam eder. Mr. Kurtz’un ölümünün karadaki etkilerinden bahseder bize. Mr. Kurtz ölmeden önce anılarını Marlow’a emanet etmiştir. Marlow, bunun sayesinde Mr. Kurtz’un eşine ulaşır.

S 152: Meraktan mı? Evet, ayrıca başka bir his daha vardı belki de içimde. Kurtz’a ait ne varsa elimden kayıp gitmişti: ruhu, bedeni, istasyonu, planları, fildişi, meslek hayatı. Geriye sadece anısı ve müstakbel eşi kalmıştı; bir anlamda onları da geçmişe şahsen teslim etmek, bende kalan neyi varsa, ortak yazgımızın son sözcüğü olan o maziye gömmek istiyordum.

 

Conrad - Karanlığın Yüreği