jean eyre

Bilinir ki bu roman kadın haklarına dönük ilk radikal eserlerden birisidir. Feminist literatür için kıymetlidir. Yazar da dikkatli incelenince bu ereği tamamıyla merkeze koymuştur: Jane, daima keskin kararların gölgesindedir. Genelde karşısında bir erkek vardır. Bu erkek güçlü, çoğunlukla baba figüründedir. Dolayısıyla hem aşka hem babalığa karşı bir başkaldırı niteliği taşır bu roman.

St. John, misyoner olma hayaliyle Hindistan’a gidecektir. Yanında Jane’i de götürmek ister. Evlenme teklifi eder. Niyeti bir aşkı murada erdirmek değil, iki genç insana dair yolculuk tehlikelerini ortadan kaldırmaktır.

Jane “tanrı buyruğu” olarak önüne sürülen bu maddeci teklifi reddeder.

 

Jane, on yaşında, hem yetim hem öksüz bir çocuktur. Yakın zamanda vefat eden dayısının evine ve soylu bir aileye sığınmıştır. Evin erkek çocuğu John ile didişme halindedir. John, ailesinin gözbebeğidir.

S 23: İstediği kadar güvercinlerin boğazını sıksın, civcivleri öldürsün, köpekleri koyun sürüsünün üzerine salsın, limonluktaki en bulunmaz meyveleri koparsın, en gözde çiçekleri yolsun! İstediği kadar annesine “karı” desin. Çok zaman annesinin (kendi tenine benzeyen) donuk esmer rengiyle alay eder, isteklerine açıkça karşı gelir, ipekli elbiselerini yırtıp paralardı bile. Gene de anasının “kuzu”suydu.

 

Dayısının üç çocuğuyla aynı dam altındadır Jane. Fakat sevilmiyordur. Dik başlı, inatçı, aşırı dürüst bir çocuktur. Oğlunu tapar gibi seven evin hanımının gözüne batar bu tavırlar. Akışta çok hızlı bir kırılma görürüz: Jane Eyre, kendisini yatılı bir lisede bulur. Öksüz veya yetim olan kız çocuklarıyla dolu bir okulda, gözlem gücü yüksek bir çocuk olarak yer bulmaya çalışır Jane kendisine.

S 78: Sıcak bir yuva, sevecen bir anne babadan ayrılmış olsam, ayrılık acısı bana belki en çok bu saatte koyardı. Rüzgârın iniltisi içime üzgü verir, kızların gürültü patırtısı da başımı şişirirdi. Oysa şimdi ikisi de bir tuhaf heyecan veriyordu içime. Ateşli gibiydim, üzerimde de bir gözünü budaktan sakınmazlık vardı. İstiyordum ki rüzgâr daha çılgınca essin, karanlık büsbütün bassın, içeride kıyamet kopsun.

 

Jane, eleştirel düşünce becerisini küçük yaşlarda edinmiş küçük bir kızdır.

S 82: Acımasız, haksız olanlara da iyi davranır, boyun eğersek, kötülere fırsat vermiş oluruz. Bu kez kötüler hiçbir şeyden korkmadıkları için iyi olmaya çalışmazlar, gitgide daha kötü olurlar. Bize yok yere vuranlara biz de var gücümüzle vurmalıyız. İnanıyorum ben buna. Hem öyle yaman vurmalıyız ki o insana ders olsun da işi bir daha yapmasın.”

 

Jane’in içinde bulunduğu okul, dindarlığı önemseyen bir kurumdur. Okulun yönetiminde koyu dindar, ilginç bir adam vardır: Mr. Brocklehurst!

S 92: Benim kutsal görevim bu kızların içindeki bütün dünyevi zayıflıkların, tutkuların başını ezmek, onlara terbiye öğretmektir; süslenip püslenmek değil. Oysa karşımızdaki bu genç kızlardan her birinin saçı örgülü! Bu saçları kibir ve gurur kendi elleriyle örmüş sanki!

 

Jane Eyre, trajik bir çocukluk geçirmiştir: Evvela annesini babasını kaybetmiş, ardından emanet edildiği kadının zulmüne uğramıştır. Tam her şey düzeliyor derken yatılı kaldığı okulda tifüs salgını başlamıştır. Çok sevdiği bir arkadaşını da bu dönemde kaybetmiştir Jane. Geriye sadece idealler kalmıştır, ona çok iyi davranan okul müdiresinin açtığı yolda ilerlemiş, eğitimini öğretmen olacak kadar arttırmıştır. Tabii makûs talihi onu bu kadından da uzaklaştırmıştı. Evlenmişti müdüre hanım…

S 120: Miss Temple’in gittiği günden sonra ben de eski Jane Eyre olmaktan çıktım. Bütün huzurum, Lowood’u bir dereceye kadar gözümde bir yuva yapıp çıkan her türlü tatlı bağ onunla birlikte silinip gitmişti.

 

Jane, artık uçmaya hazır bir kuş gibi hissediyordur kendisini. Çırpmalıdır kanatlarını… Özgür olmalı, maceralara atılmalıdır. Yeni bir iş başvurusu için gazeteye ilan verir. Karşılığında onu büyük bir konağa davet ederler. Sevdiği mesleği, öğretmenlik yapacaktır. Konak kır kasabalarından birisinde, ıssız bir noktadadır. Müthiş zengin bir adama aittir fakat adam konakta yaşamıyor, arada bir kısa ziyaretlerde bulunuyordur. Jane, bu zengin efendinin sahiplendiği küçük bir kıza öğretmenlik yapacaktır. Konakta o ve hizmetçiler vardır sadece, bir de deneyimli bir kahya kadın… Jane için gayet güvenli ve uygun bir ortamdır. Öğrencisini ve yaşamını seviyordur. Hayalindeki macera bu değildir belki ama güvenli bir limanda olmaktan ötürü de mutludur. Bir gün, postaneye gitme bahanesiyle evden çıkar, attan düşen bir adam görür. Hemen yardım eder. Bu adam, konağın sahibi Mr. Rochaster’ın ta kendisidir. Bu bey, kırklı yaşlarda, geniş omuzlu, yapılı bir adamdır. Kısa sürede dost olurlar. Yalnız bir ömür süren Mr. Rochaster için Jane ilginç bir inceleme alanı gibidir. Üstüne bir gün Jane, gizemli bir yangını erken fark edip Mr. Rochaster’i ölümden kurtarır. Bu da aralarındaki samimiyeti iyice arttırır. Jane, fiziksel olmasa da ruhsal bir maceraya çıkmış gibidir.

S 227: Bir kadının, içinde gizli, yasak bir aşkın alevlenmesine göz yumması da çılgınlıktır; çünkü böyle bir aşk ortaya çıkmazsa, karşılık görmezse kendisini besleyen yüreği yiyip bitirir; ortaya çıkar da karşılık görürse insanı vahşi bataklıklara sürükler ki bunlardan da kurtuluş yoktur.

 

Jane’in içinde bulunduğu konak Thornfield olarak adlandırılmıştır. Konak, mazisi çok derinlere dayanan bir aileye aittir. Bulunduğu muhitte ucu bucağı olmayan toprakların sahibini temsil eden bir azamete sahiptir. Fakat konağın ve toprakların tek sahibi Mr. Rochaster, modern bir beyefendidir; vaktini ülke ülke gezerek geçiriyor, sanat ve yaşama dair çok şey biliyordur. Jane  ise hayranlıkla bakıyordur kendisinden yaşça büyük olan bu soylu adama.

S 246: Tevekkeli değil, “Gönül kimi severse güzel odur,” dememişler! Efendimin o soluk, esmer rengi, dört köşe, çıkık alnı, gür kara kaşları, derinden bakan gözleri, kayadan yontulmuşu andırır çizgileri, o sert, gülmez dudakları – salt azim, karar, irade gücü belirten bu yüz – güzellik kurallarına göre hiç de güzel sayılmazdı, ama benim gözümde güzelden de üstündü. Beni tümüyle sarıp egemenliği altına alan bir etkisi, bir büyüsü vardı ki duygularımı irademin elinden alıyor, kendi kudretine tutsak ediyordu.

 

Jane, gözlemlerini konakta verilen bir yemekle keskinleştirir. Mr. Rochaster, kalabalık bir grubu birkaç gün ağırlayacaktır. Dolayısıyla eve bir curcuna havası hâkimdir. Mr. Rochaster, Jane’i de kalabalık salonunda, misafirlerin yanında istiyordur. Jane, bu sayede bir köşede her şeyi takip edebilecektir. Hem Mr. Rochaster’i hem de ona kur yapan genç güzel Mrs. Ingram’ı… Ama içinde bir alevle takip ediyordur bu sahneleri. İlginç bir figür kapıyı çalar o günlerde. Fal bakmak isteyen Çingene bir kadındır bu kişi. Sadece bekâr kadınlara fal bakarım diyip huzuruna en son Jane’i çağırır. Aslında kimsenin falcıyı ciddiye aldığı yoktur. Maksat eğlenmektir. Fakat falcı şaşırtır herkesi… Jane’e ise umut verir.

S 283: Yüz çizgilerinde açık bir şansı önleyecek tek şey olarak yalnızca şu alnı görüyorum. Bu alın sanki: ‘Yaşam koşulları ve onurum gerektirse ben yalnız da yaşayabilirim. Mutluluk alabilmek için ruhumu satmama gerek yok!’ diyor. ‘Bütün dış nimetler benden uzak tutulsa ya da karşılığında benim veremeyeceğim bir fiyat istense bile, içimde Tanrı vergisi öyle bir zenginlik var ki beni yaşatmaya yeter,’ diyor.

 

Roman, iki olayla çok belirgin bir kırılma yaşar. Evvela yengesinin ölüm döşeğinde olduğunu, onu yanında istediğini öğrenir Jane. Hemen yola koyulur. Birkaç gün sonra yengesi ölür. Bir zamanlar ona zulmeden kadın paramparça olmuş, romanın başında Jane’i döven çocuk ise sefalete sürüklenip intihar etmiştir. Yengesi ona amcasından gelen bir mektubu gösterir. İçeriği kalan bir servetle ilgilidir. Fakat mektubun tarihi eskiye dayanıyordur. Yengesi cevap olarak yeğeninin öldüğünü bildirmiştir mektubun sahibine. Bu da ölüm döşeğindeki pişmanlığı arttırmıştır. Jane, Rochaster’in konağına döndükten sonra romantik bir an oluşur: Mr. Rochaster ona evlilik teklif eder. Mutluluk, şakalaşmalar, neşe aynı kazanda kaynar;  keder ve umutsuzluk çok uzaklara gider. Jane, irade sahibi, mütevazı, dik duruşlu yapısından asla taviz vermez. Bu da onu çekici kılar doğrusu.

S 378: Size haremlik etmeye zerrece niyetim yok. O düşünceleri aklınızdan silin. Gönlünüzden o türlü şeyler geçiyorsa, hiç gecikmeden, dosdoğru İstanbul’a yollanın. Zaten buralarda paranızı nereye harcayacağınızı bilemez gibi bir haliniz var. Oradan bir sürü cariye alın da bir harem kurun kendinize.

S 378: Ben de misyoner olacağım; gidip bütün kölelere özgürlük aşkı aşılayacağım. Bu arada sizin hareminizdekileri de unutmayacağım elbet.

 

Rüyalar, yakınmalar, yükselen bir aşk ateşine dair yansımalar… Günler böyle geçip gidiyordur Jane için. Nikah için kilisede papazın karşısına geçtiklerinde yıllardır saklı olan bir gerçek açığa çıkar. Konağa uzaklardan gelen gizemli bir misafir (Mr. Mason) Jane’i üzer. Bu kişinin Mr. Rochaster’in kayınbiraderi olduğunu öğrenir. Mr. Mason’ın ilk ciddi icraatı nikahı bozmak olmuştur. Düğüm de çözülür: Roman boyunca konaktaki gizemli olayların suçlusu, bizzat Mr. Rochaster tarafından kollanan Grace Poole isimli karakter, vakti zamanında Mr. Rochaster’in sırdaşı olmuştur. Sır ise şudur: Mr. Rochaster’in Jamaika’da evlendiği Bertha isimli bir kadın vardır. Kadın genetik faktörlere bağlı bir akıl hastasıdır. Kontrol altında tutulmalıdır. Grace Poole de onun bakıcısıdır. Artık Jane her şeyin üzerine dağılan kara bir sisin varlığını sorguluyordur.

S 415: Gözlerim yumuluydu. Çevremde buram buram bir karanlık döner, savrulur gibiydi; düşüncelerim kapkara, karmakarışık, bulanık. Perişan, iradesiz, kendimi kuru bir ırmak yatağına bırakıverip uzanmıştım sanki. Uzak dağlardan bir sel boşandığını, azgın suların yaklaştığını duyabiliyordum.

 

Ayrılığı ve uzaklaşmayı düşünen Jane’i ikna etmeye çalışıyordur Mr. Rochaster. Evliliğinin düzmece, para hırsına bürünmüş babasının bir oyunu olarak anlatır Jane’e. Sözlerinde ve duygularında samimi gözüküyordur. O anlarda Jane için gitmek ve kalmak sözcükleri “ahlak” perdesinin önünde oynaşan figürler gibi somuttur. Ama mühim olan perdenin kendisidir.

S 445: Şu anki duygularım, düşüncelerim sayılmaz; çünkü aklım başımda değil, deliyim. Yasalar, kurallar da tehlikesiz zamanlar için değildirler ki! İnsanın şeytana uymak üzere olduğu, ruhuyla, bedeniyle bu kurallara başkaldırdığı zamanlar içindir. Sert, katı da olsalar boyun eğeceğim onlara.

 

Jane, ayrılmıştır konaktan… Yüreğinde aşk, aklında ise çözemediği sorular vardır. Aşkı değil, cevapları arayacaktır. Yanına fazla para almadığı için ıssız bir yere kadar ancak ulaşabilmiştir.

S 454: Doğa iyi ve geniş yürekliymiş gibi geldi bana; yersiz yurtsuz, kimsesiz olmama karşın beni seviyormuş gibi geldi. İnsanoğlundan ancak kuşku, aşağılama, zulüm beklediğim için, ben de Tabiat Ana’ya bir çocuk gibi sokuldum.

 

Parasız, yüksüz, çaresiz kalmıştır Jane. Kırlarda ilerliyordur. Karakterine uymayan bir çare belirir: Yardım istemek! Kabaca dilenmek… Onu yöre insanları kapısından çevirir. Tam pes edip ölüme doğru giden yola girdiği esnada genç bir papaz ve iki kız kardeşi ona sahip çıkarlar. Birlikte iki ay gibi bir süre baş başa kalırlar, keyifli vakit geçirirler. Jane, geçmişini onlara anlatmamış ama gelecek için onlardan yardım talep etmiştir. Yardım genç papazdan gelir. Ona yoksul çocuklar için şahsen kurduğu okulda öğretmenlik teklif eder, kalacak bir ev ayarlayabileceğini söyler. Jane alçakgönüllü bir ifadeyle sarılır bu teklife…

Jane, ücra bir köydeki öğretmenliğinde iki kişiyle dostluk kurar: St. John ve Rosamond Oliver. Mrs. Rosamond, asil bir soydan geliyordu ve büyük bir mirasın varisidir. Müthiş güzel bir kadındır. Jane’in çalıştığı okul bu ailenin yardımları sayesinde ayakta duruyordur. İdealist, görevine bağlı bir adam olan St. John, bu hanımefendiden hoşlanıyordur ama dünyevi misyonu onu beşeri bir aşktan men ediyordur. Jane’in bu aşka dair masumane çabaları bile onu etkilemiyordur. Oysa güzeller güzeli Mrs. Rosamond’un da gönlü alev alevdir.

İki idealist insan aynı gerçekle birlikte yüzleşir: Jane’in kimliği… Jane’i kaybeden Mr. Rochaster, gazetelere ilan vermiş, her yerde onu aramıştır. Bir avukat bile ilgileniyordur bu haberle… Bu avukat St. John’a ulaşmıştır. Avukatın derdi Jane’e amcasından kalan yüklü mirastır. Amca vefat etmiştir artık. Tüm parasını da bu avukata teslim etmiştir. Jane çok zengin olmanın eşiğindedir.

S 530: Sevincimi paylaşacak bir ailem yoktu, tek başınaydım! Gene de büyük bir nimetti bu para. Para sayesinde bağımsızlığa kavuşmak şahane bir şey olacaktı. Evet, işte bu gerçekten coşturucu bir düşünceydi!”

 

Savruk bir yapısı olan roman, romantik bir kesişmeyle devam eder. Bir zamanlar dara düşen, kimseden yardım bulamayan Jane, bir kır evinin pencerelerine yanaşmış, iki sevimli kadın görmüştür. O kadınlar sayesinde yaşama tutunmuştur. St. John bu üç genç kadının hamisidir. Tesadüfler romanlara çok yakışır: Karlı bir gecede Jane’i rahatsız edip ona miras kaldığını bildiren St. John hikâyenin tamamını anlatmamıştır. Bu dört insan birbirlerine bağlıdırlar. Jane, bu insanlarla kuzen olduğunu öğrenir. Yakın zamanda geçen bir diyalog halen aklındadır; bu sevimli ve küçük aile, dayılarının ölümüyle sarsılmıştır. Kız kardeşleri asıl üzen ise onlara büyük bir mirastan bir şey kalmaması olmuştur. Jane, o an kararını verir: Kendisine kalan miras dörde bölünecektir. St. John, bu konuda uyarmak ister Jane’i. Fakat Jane kükrer gibi konuşur.

S 537: Sen de benim kardeş sevgisine karşı duyduğum özlemi, açlığı, susuzluğu bilemezsin. Ömrümde evim, barkım, kardeşlerim olmadı. Şimdi bunları istiyorum, elde edeceğim de. Beni kardeşliğe kabul etmekten çekinmiyorsun ya?”

Bölünür miras… Çok mutludur Jane. Noel için müthiş bir arzuyla hazırlanıyordur. O kır evini bir cennete çevirmiştir. Cennette dört kişi hayal ediyordur. Fakat onun hevesine katılmayan birisi vardır: St. John. Bir idealist heykel gibidir yaşamın ortasında…

S 545: O, doğanın kahramanlar yaratmak üzere kardığı hamurdan yoğrulmuştu. Kanun koyucuların, devlet adamlarının, fatihlerin hamuru. Bu gibi kişiler yüce davalar için sağlam, dayanıklı birer temel taşıdırlar, ama günlük hayatta soğuk, ağır bir mermer direk kadar yersiz kaçar ve iç sıkarlar.

 

Bilinir ki bu roman kadın haklarına dönük ilk radikal eserlerden birisidir. Feminist literatür için kıymetlidir. Yazar da dikkatli incelenince bu ereği tamamıyla merkeze koymuştur: Jane, daima keskin kararların gölgesindedir. Genelde karşısında bir erkek vardır. Bu erkek güçlü, çoğunlukla baba figüründedir. Dolayısıyla hem aşka hem babalığa karşı bir başkaldırı niteliği taşır bu roman. St. John, misyoner olma hayaliyle Hindistan’a gidecektir. Yanında Jane’i de götürmek ister. Evlenme teklifi eder. Niyeti bir aşkı murada erdirmek değil, iki genç insana dair yolculuk tehlikelerini ortadan kaldırmaktır. Jane “tanrı buyruğu” olarak önüne sürülen bu maddeci teklifi reddeder.

S 574:.Benim önerim karşısında dehşete düşmüş gibi numaralar yapıyorsun ama aslı yok bunun; çünkü yüksek bir zekân var; ne demek istediğimi anlayamayacak kadar ya da kibirli olamazsın. Bak gene söylüyorum: İstersen senin çömezin olurum ama karın, asla!

 

Jane, St. John’un bahsettiği tanrı sesinden uzaktır. Aksine duyduğu tek bir ses vardır; onu tanrı sesi kabul ediyor, ona göre hareket etmek istiyordu. Ses, Mr. Rochaster’a aittir.

S 585: Duyduğum o ses hâlâ kulaklarımdaydı ama nereden geldiğini bir türlü bulamıyordum. Dış dünyadan değil de benim içimden gelmişti sanki.

 

Jane Eyre, kendi yaşantısını anlatır bize… Uzun uzun, keyif alarak anlatır. Çocukken gördüğü zulümle açılır perde. Kapanış ise mutlu gelişmelerle olur: Jane, Mr. Rochaster’i bulmuştur. Elim bir kaza bu soylu adamı kör etmiştir maalesef. Fakat Jane hiç tereddütsüz kendisini görmeyen bu adamın evlilik teklifini kabul eder.

Charlotte Bronte - Jean Eyre