Balina
Rüyasını düşünüyor. Omuz omuza itiştiği bir arkadaşının ensesine basıp onu nefessiz bırakmıştı. Halen rüyasında. Arkadaşı çırpınıyor. Rüyası evi sanki… Dolaşıyor rüya kıvrımları arasında, odaları geziniyor, sert köşelere çarpmamaya imtina ederek ve seslenerek birisine, lakin duymuyor kimse onu, böyledir rüyada olmak, böyledir rüyayı evin yapmak. Duymadı kimse onu.
Şimdi uyanmalı. Şu an. Uyanış.
Uyanış:
Rüya mefhumu kaybolursa eğer insan müspet ve menfi uyanışını gerçekleştirebilir. Kim ki bu mefhumla bu kadar uğraşırsa… en büyük günahkâr odur. Birisi kafamın içini açıyor. İçinde ilerliyor. Bir tank bu…
Otuz iki yaşındayım. Bu, o uyanışımın üzerinden geçen on ikinci yıl.
Ben dâhil, kimse uyanmak istemiyor bu evde. İstemezler. Çünkü teröristler. Çünkü terörist olduk biz. Bir gecede. Terör ilerliyor. Terör büyüyor. Terör bir çember çiziyor. Terör bir matematik, matematik öğretmeni gibi, sıfır olup yutuyor. Ben ki çemberlere âşık, onlara asılabildiğim için mutlulukla ışıldayan birisiyim. Böyledir ama. Tam olarak böyle… Eksiksiz! Eksik gibi gözüken bir menfi vaziyet… Bir başka rüya da bu. Eksik olma hissi. Bir kişi eksik bu evde. Evi kuran, derleyen kişi. Şimdi yok. Şimdi o hapiste.
Hapiste:
Kim değil? Hangimiz? …ve niçin? Bugünün, otuzlu yaşların soruları…
Bir çatı hüküm: Tırmanmalı, tırmanmalı, istekle tırmanmalı.
Kim var kapıda? Birisi zili çalıyor. Uyanış. İnmeli yataktan. İnecek, ilerleyecek, yüzünü yıkayacak; tüm insanlar. Rüya temizlenecek.
Kapıda eli poğaça keseleriyle dolu birisi… Kim umursar? Lokma yutmanın ötesinde bir yaşam varken, kocaman bir balina ağzını açmış şehrin içinde ilerliyorken; tabiatına uymayan bir yutma arzusuyla hem de… Tükürmek ister gibi, kusar gibi, kim onu bıraktı şehrin ortasına? Kimin bıraktığı da bilinmiyor. Birileri bir zaman ona tapınırken… Birisi balinayı bir iple şehrin ortasına çekti. Bu biliniyor. Balina ilerledikçe büyüdü, yediği zıpkınlara rağmen, dur ihtarlarına rağmen, onu uyaranlara rağmen. Balina.
Balina:
Büyük. Bizler küçülürken. Durmadan büyüdükçe. Şimdi toplanmalı bir masanın etrafında. Belki dört kişi oluruz, belki altı. Resmi sayının ötesinde… Bazen karabiber kavanozu vardır veya yoktur, bizlerden birisi de öyle, vardır veya yoktur. Kimin sözü yetiyorsa, kime… Böyle bakarız birbirimize. Çay soğur demlikte. Hadi demeli birisi de.
Sözcüklerin tutsaklığında bir balina çizdim odamın tavanına. Yüzüyor bazen. Birisi bana sokakta “Bunun da…” dedi: “Babası teröristmiş!” İşte babam odamın tavanında. Balinanın midesinde. Yıllarca gezinecek, öyle söylüyor avukat, dün gece aradı, “Pek de yapılacak bir şey yok,” dedi. Biliyoruz, yok. Yokluk bilmenin perdesidir. Annem mütemadiyen aynı sözleri tekrarlayarak aynı akrabaların aynı sözcüklerini göğsüne dağlıyor, kendiliğinden: “Biz bir şey yapmadık!” Çalıyor çalıyor çalıyor telefonlar. Annem telefonu açmamayı rüyaları silmekle eş değer tutuyor. Anlatılmalı rüyalar. Rüyalar bugün bir gerçek gibi aktarılmalı. Annem rüyasını anlatıyor eşine dostuna. Babam ise öyle sanıyorum ki… rüya görüyor. Esnek ve gevşek kamuoyu kendinden beklenmeyen bir katılıkla “Direngen Darbesi” olarak isimlendirdi bu darbeyi: Ayak direyenlerin cılız adımları… Karşılarında ise sokaklara balina çekebilecek birisi… Öyle ise böyle… Şimdi direngen yalvaç aranıyor. Taranıyor. Bulunmalı mutlaka. Herkes onu arıyor istisnasız. Yok etme ve var etme çekişmesi. Belki onun elindeki bir liste babamı kurtarabilir. Öyle de ümit ediyoruz. Kandırılmışız meğerse. Ümit bulunmanın hemen ertesinde… Ümit.
Ümit:
Fast Break, yani hızlı hücumlara çıkışta kulvarı taramak bir forvet oyuncusunun asli görevidir. Çoğunlukla bir perdeleme oyunu ile sonuçlanır bu tarama. Böylesi antrenörü mutlu ve tatmin eder. Elini karın kaslarımı örten yağlara geçirerek “Anlamıyor musun oğlum sen?” diyor bana. Az canım acıyor. Acır. Geçer çabucak. Takılmamalı. “Anlıyorum abi, özür dilerim,” diyorum. Anlıyorum ama olmuyor da. İyi savunma var karşımda. Vücudumu araya koyup perdelemeyi bekleyemiyorum, sabırsızca erken adım atıyorum, perdeleme gelmeden çarpışıyoruz, düzensiz oluyor ne olacaksa. Tabii asıl sebep topa hakimiyetin yetersiz oluşu. Neticede savunma kazanıyor. Ama kazanmamalı. O kazandıkça ben cezaya kalacağım, ama o kazanıyor. Bu sefer kulağıma eğilip bağırıyor antrenör: “Koşacak mısın ben mi seni koşturayım?” Sen koştur diyemiyorum. Çünkü koşturur bir şekilde. Koca koca adamları koşturuyor, beni mi koşturamayacak, yıllarca koşturmuş hem de. Kulağımda birikiyor sesi.
…şimdi durduk.
“Abla…” dedi anneme: “Çocuk şimdilik gelmesin. Sorun morun çıkar. Kulüp de biraz beklesin evde diyor. Zaten gelse de kafasını veremez. Şınav falan çeksin kendi.”
Gece iniyorum sokağa, gidip şut atıyorum sitenin basketbol sahasında.
Sitedeki yüksek blokların arasında. Yalnız. Eskiden benimle beraber oynayanlar yoklar. Onları, içinde yaşadıkları evlerle beraber üzerime yıkılmış görüyorum. Bu sahici bir perdeleme oyunu işte… Başarıyla oynamak gerekiyor. Sabır. Sabır. Sabır.
Arkadaşları duyuyorum bazen, “…haksızlık” falan diyorlar. İnanıyorlar mı bilmiyorum. İnanmıyorlarsa da gizemli buluyorlar bu meseleyi. Onlar da etkileniyorlar şehrin ortasında ilerleyen balinadan. Dün bir arkadaşım aradı, yanıma gelmek istediğini söyledi. Olmadı. İstemedim. Çok istedim ama durdurdum kendimi. Babası terörist olanın bir kuruşluk iradesi… İstek gece vakti patlayan ampulün yerine takılan yeni ampul gibi parladı, sonra o da patladı. Patlıyoruz evde. Patlıyoruz. Patlama.
Patlama:
Her yeri sarmışlar. Kritik yerleri diyorlar televizyonda. Kritik yer, her yer. Her şeyimiz. Meclisimiz, sokaklarımız. Seçme ve seçilmemiz. Yine seçeceğiz. Ama seçilme işi o kadar da kolay olmayacak. Askerleri kışlalardan çıkardılar. Kamyonlarla şehrin içine soktular. Tatbikat dediler sağa sola. Hem sağa hem sola. Yürüdüler hızlıca. Yerleri döverek botlarıyla… Sanki duvarların içinden ayrıştılar. Duvarları sesleriyle izole edip bütün halkı evlerine tutsak ettiler. Gardiyana dönüştüler bir çırpıda. On ay önce sokaklarda gezinen çocuklar… Çatışmalar çıktı. Bir asker silahını kaldırdı, çılgınlar gibi mermilerini kime gördüyse ona savurdu. Korku savurdu.
Peki, ne oluyor?
Bir adam sokağa iniyor. Bir adam daha. Bir kadın sonra. Sonra. Bir anda bir sürü insan ölüyor. Bir an herkes ölümleri konuşuyor.
Sonra:
Şimdi en önemli şey… Bugün. Sonra ne olacak?
Bir arabaya doluşuyoruz. Sokaklara bakıyoruz. Pek bir etkisi kalmamış mermilerin. Birileri hemen müzedeki eserlere çevirmiş duvarları ve insanları. Yıkıntıları. Bizleri. “Siz,” demiş: “Müzelerde sergilenmeye layıksınız.” O yüzden biraz soğuk, biraz katı, biraz sert gözüküyor herkes. Öyle sanıyorum.
Sandık açıldığında içinden bir güvercin de çıkabilir bir şahin de bir kartal da.
Radyoyu dinliyoruz, ölümlerden, yaralı kurtuluşlardan ve gazilerden bahsediliyor.
“Anne…” diyorum: “Bakma artık şu telefona.”
Bana bakıyor. Keşke telefona bakmaya devam etseymiş. Başlıyor yine konuşmaya. Konuşarak tankların egzozunu tıkamak istiyor sanki. Ama en başta. Ama hep en başta. Beddualar ediyor açılan kışla kapılarına. Başarısızlıklara ettiği de oluyor.
Her şey karışıyor: İnsanlar, özgürler ve tutsaklar…
Benim aklım da öyle: On senedir maçlara gidip geldiğimiz spor salonunun önünde iniyoruz arabadan. Aynı simitçi yine simit satıyor. Canım da çekiyor nedense. Birileri polislerin ardından “Teröristler…” diye bağırıp bize sesleniyor. Bizden babama gidecek bir hat oluşuyor o an. Elbette babama “Terörist,” diyemeyeceğiz. Ama farklı bakacağız. O an babam dışarıdaki sesleri oğlunun yüzünde görecek. Onun için de ilginç olacak. Çocuğunu izlediği tribünlere, hakemlere bağırıp çağırdığı tribünlere, bir darbeci terörist olarak oturacak. Başka türlü oturma istekleri reddedilmiş. O halde oturmanın ne önemi var? O eski cakasını hatırlayacak muhakkak. O kibrini, hakemlere küfür eden ağzını, rakip takımın velilere sallanan parmağını…
Çabucak oluyor ilerleyiş. İlerleyiş.
İlerleyiş:
Tam da bugün kesintiye uğramış. Kesintiye uğrayan saçlar gibi yayılmışlar tribüne. Birisi gelip topluca süpürecek onları. Pislik gibi atacak çöpe. Elinden gelse yakacak ama kanunlara riayet ediliyor her şeye rağmen. Hukuk, balinanın kaygan sırtındaki midyeleri andıran avukatlar tarafından temsil ediliyor. Onlar da spor salonundalar. Onların çoğu “Bitsin ve gidelim,” düsturunda. Savunmaları “Ben değildim,” üzerine kurulu. Hepsinin hem de. O halde kim? Benim gözüm babamı bile görmüyor. Zaten pek belli olmuyorlar. Tüm darbecileri yan yana oturtup aynı kıyafetleri giydirmişler. Öylece bakıyorlar mahkeme başkanına. Söz alan avukatlar, savcılar, şunlar bunlar; herkes bir şeyler söylüyor! Kimisi hafifletmeye çalışıyor suçu. Gazeteciler yazıyor çiziyor, göz kırpıyor. İlginçtir darbecilerin arasında herkesten birileri var; avukatlar, polisler, askerler, hatta hâkimler ve savcılar… Herkes herkesi görüyor. Herkes herkesi tanıyor. Herkes herkesi biliyor.
Benim gözüm basketbol potasına takılıyor. Hâkimin arkasında kalmış. Hâkim potayla benim aramda. O hüküm veren birisiyken bir savunmacıya dönüşüyor. Onu bir şekilde geçebilmeliyim.
Uyanmak istiyor, bilinçle, korkutucu bir bilinç haliyle istiyor;
…bu bir rüya, farkında, ama korkunç bir rüya.
“Baba…” diyor uyanır uyanmaz. Yıllardır oda kapısının eşiğinden babasının geçmesini bekliyor. Fakat geçmeyecek. Babası ömrünü hapiste tamamlayacak.
Şimdi eşik bir savunmacıya dönüşüyor. Geçebilmeliyim bir şekilde…