
Adsız ülke
Özellikle Avrupa edebiyatını derinden etkileyen bu klasik eser bir çocukluk samimiyetiyle açılır. İki çocuk aynı çatı altında tanışmışlardır. Çocukluğa özgü bir samimiyetle de hemen hayallerini paylaşmaya başlamışlardır.
S 26: Augustin Meaulnes’ün tam iyileşmeme rastlayan gelişi, yeni bir yaşamın başlangıcı oldu. O gelmeden önce, saat dörtte dersler bitince benim için uzun bir yalnızlık akşamı başlardı.
Roman tarihsel zemin olarak kendisine 1890 yılları alır. Bir ev betimi vardır, bu ev aynı zamanda bir eğitim yuvasıdır. Evin sahibi Mösyö Seurel isminde birisidir. Mösyö Seurel eşiyle birlikte evi bir nevi yatılı okula çevirmiştir. Anlatıcımız ise Mösyö Seurel’in oğludur. Roman bir olayla devam eder. Aile, bir misafirliğe hazırlanıyordur. Ağırlanacak kişiler kadirşinas insanlardır, onları özellikle çocuklar çok seviyorlardır. Bu kişiler Mösyö Seurel’in anne ve babasıdır. Mösyö Seurel misafirlerini karşılaması için oğlunu ve bir çocuğu görevlendirir. Fakat romanın ana karakterlerinden birisi olan “Koca” lakaplı Meaulnes kafasına koymuştur, gidip o karşılayacaktır misafirleri, komşunun arabasını çalarak yola koyulur. Fakat kaybolur bilmediği yollarda.
S 39: İlk sıraya yaklaşmıştım, denizin kıyıya attığı eşya gibi kapımızın önüne gelen arabaya ötekilerle birlikte bakıyordum; Meaulnes’ün yaşadığı serüvenin ilk ya da son kalıntısı gibiydi araba.
Okul bir köydedir, bazı çocuklar yatılı, bazı çocuklar çevre evlerdendir.
S 40: Birkaç kişi kapının arkasında duruyor, köylerden gelecek arkadaşlarımızı gözlüyorduk. Kırağı tutmuş doğanın içinden geçip geldikleri, donmuş gölcükleri, tavşanların kaçıştığı koruları gördükleri için hâlâ şaşkınlık içinde olurlardı. Kızarmış sobanın çevresine yığıldıkları zaman gömleklerinden saman ve ahır kokuları yayılırdı sınıfa.
Bir an herkes Meaulnes’ün kaybolduğunu düşünür. Onun yokluğunda geçen üç gün çocukların uydurduğu türlü gizemlerle genişler. Neredeyse yokluğu kanıksandığında tekrar belirir Koca Meaulnes. Nerededir, buz gibi havalarda ne yapmıştır, gece nerede uyumuştur kimse bilmez. Anlatıcımızın ve Meaulnes’ün dostluğu bu gizemli olay sonrasında kuvvet kazanır. Meaulnes hem sevilen hem de kıskanılan bir çocuktur, haliyle onu istemeyen öğrencilerle de başı derttedir. Zamanla yalnızlaşır, kaybolduğu üç günü anlatmaması da bu yalnızlığı iyice büyütür. Anlatıcımız, yani Mösyö Seurel’in oğlu ise ona en iyi davranan kişidir, geceleri aynı odada uyuyorlardır. Meaulnes, başından geçenleri sadece ona anlatır. Bir yerleri görmüştür, tekrar görmek istemektedir ve dostluğa ihtiyaç duymaktadır. Ardından roman Meaulnes’ün hikayesine odaklanır, anlatıcı dinlediği kadarıyla okura aktarır. Meaulnes o gece kaybolduğunda bir ev bulur kendisine. Ev kocamandır. Şatodur aslında… Şato o günlerde garip bir şölene hazırlanıyordur. Kimse onun bir yabancı olduğunu fark etmez.
S 71: Şato sahibinin oğlu Frantz de Galais – üniversite öğrencisi ya da denizciydi, belki deniz subayı adayıydı, bilmiyorlardı – nişanlısını getirmek için Bourges’a gitmişti; evleneceklerdi.
Okulun bulunduğu mevkii işlek bir noktadır, haliyle de okula farklı zamanlarda geçici öğrenciler gelebiliyordur. Çingene olarak betimlenen bir öğrenci de bu şekilde katılmıştır aralarına. Bu kurnaz çocuk sinsi ve kanlı bir plan sonucunda Koca Meaulnes’ün gözü gibi koruduğu haritasını elde etmeyi başarmıştır. Haritada Meaulnes’ün gizemli yolculuğuna dair bilgiler mevcuttur. Şaşırtıcı gelişmelerle çocukların dünyasındaki yaşam devam eder.
S 110: Düşüncemin doğru olup olmadığını anlamak için haritanızı çaldım. Ama ben de sizin durumunuzdayım: O şatonun adını ben de bilmiyorum; orayı bulabileceğimi hiç sanmıyorum; buradan oraya kadar yolun hepsini de bilmiyorum.
İki çocuk bir gizemin etrafında birleşir. Tıpkı kışın alevlere sığınan iki insan gibi… O şato nerededir? Oraya nasıl gidilir? Yaşamlarına yeni giren Çingene ise aynı çabuklukta çıkar yaşamdan, geride ise bir bilgi bırakır. Şatoda yaşayan, Koca Meaulnes’e iyi davranan genç kızın adresini söyler. Meaulnes için yaşam tek bir amaca bağlanır: Yvonne isimli kızı bulmak! Adres Paris’te bir yerdir. O dakikadan sonra Meaulnes gözünü uzak yollara diler. Dostluk, güvenli bir ortam, eğitim, bunların hiçbirisini önemsemez. Zamanda sıçrarız, karakterlerin körpe gençliğine gideriz. Artık çocuk değillerdir, duygusal olarak gelişmişlerdir. Fakat bir zamanlar şahit olunan serüvenin etkisi halen sıcaktır. Roman tekrar gerilim kazanır.
S 152: Eskiden ne denli mutsuz, hayalci ve kendi içine kapanık bir çocuk idiysem, bu kaygı verici serüvenin bir sonuca bağlanmasının bana bağlı olduğunu ve sezdiğim anda, o denli gözü pek, yolundan dönmez ve bizim buralarda dendiği gibi “kararlı” biri olup çıktım.
Roman, üçüncü bölümde çözülür: Koca Meaulnes’ün öğrenciyken kaybolup da bulduğu şato gerçekten de vardır. Anlatıcımız Seurel ve Koca Meaulnes çocuk oldukları için bu keşfe sihirli bir anlam yüklemişlerdir. Şato, bölgenin zengin ailelerinden birisine aittir, Koca Meaulnes’ün karşılaştığı şölen ise o geceye özeldir; aile çocukları Frantz de Glais’in tüm isteklerini yerine getirmeye çalışan sofistike bir ailedir, bu uğurda Paris’te yaşayan tiyatrocuları bile konuk etmişlerdir o gece, o yüzden Koca Meaulnes girdiği atmosferi masalsı bulmuştur. Ev sahipleri ise onu konuklardan birisi… İki genç kadın betimlenir o gecede: Evin kızı Yvonne ve Frantz’ın nişanlısı Dokumacı Kız… O geceki şölen bir nişanlılık şölenidir fakat Dokumacı Kız kaçtığı için şölen iptal olmuş, Koca Meaulnes evine dönmek zorunda kalmıştır. Sonraki zaman bir ümitsizlikle geçer: Koca Meaulnes ve Frantz gençliklerini masadaki kızları aramakla geçirirler. Seurel ise anahtar rolü oynar; evvela Meaulnes için Yvonne’yi bulur ve onları evlendirir, ardından Frantz’a yardımcı olmak ister. Frantz ise bir düğümdür aslında romanda, şöyle ki vakti zamanında yaşamlarına girip onlara yardım eden Çingene aslında Frantz’dır. Malum, bir zamanlar birbirlerine bir söz vermişlerdir.
S 190: “Ama biliyorsunuz ki beni sadece Meaulnes kurtarabilir. Aradığım izi yalnız o bulabilir. Üç yıldır Ganache’la ben bütün Fransa’yı dolaşıp durduk, bir sonuç elde edemedik. O sevdiğine kavuştu. Peki niçin beni düşünmüyor şimdi? Yola koyulması gerek. Yvonne ona izin verir… Hiçbir isteğimi geri çevirmedi şimdiye kadar.”
Roman sonuna doğru yazar bir gizemi daha açık eder ve okuruna sarsıcı bir sürpriz yapar. Okuru bir çıkmaza sürükler. Anlatıcımız, arkadaşı Meaulnes’ün Paris’te içine düştüğü durumu öğrenir, utançtır söz konusu olan; bu utancı temizlemek için tekrar çıkar yola, utanca konu olan Frantz’a yardım etmek ister. Aslında vicdanını temizlemek ister. Geride kalan Yvonne ise gebedir, çocuğunu doğurduğu gece yaşam onun için son bulur. Geride tatlı bir bebek kalır, bebeği Seurel sahiplenir… Roman bir vuslat anlatısıyla son bulur.
S 215: Bu toprak ve bu ölüm tadı, yüreğimin üzerindeki bu ağırlık… O büyük serüvenden ve sizden, Yvonne de Glais, bunca aranıp bunca sevilen sizden bana kalan işte yalnızca bunlardı.
İç içe geçen yaşamları ve gizemleri, dostluk penceresinden okuruz. Önemli olan gizemler değil, dostluktur. Yazar bugünlerde pek de önemsenmeyen bir duyguyu ustaca inceleyip eserinde evrensel bir etkiye ulaşır: Dürüstlük!
Dürüstlük sadece doğruyu mu söylemektir? Bildiğin şeyi saklayıp söz konusu konuyu hiç konuşmamak da dürüstçe bir davranış mıdır?