Parçalanma

Serinin ilk kitabı Parçalanma, Okonkwo isimli güreşçi bir adamı merkeze alır. Yazar Achebe, kendi kültürünü aktarırken şu hususu hemen hissettirir: Afrika halkları konuşmalarında özdeyiş, özlü söz, deyim gibi kalıpları sık kullanmaktadır.

S 13: “Atalarımız der ki, güneş, diz çökenlerden önce ayakta duranların üstünde parlar. Önce büyük borçlarımı ödeyeceğim.”

Okonkwo, güreşçiliğini savaşlardaki başarılarıyla süslemiş, genç yaşında ciddi bir itibar kazanmıştır. Üç karısı ile büyük bir evde yaşamaktadır.

S 18: “Okonkwo’nun korkusu tüm bunlardan daha büyüktü. Dışarıdan kaynaklanmıyor, yüreğinin derinliklerinde yatıyordu. İnsanlar babasına benzediğini düşünecekler diye kendinden korkuyordu.”

Bu kitapta iki izlek takip edilmelidir:

1- Afrika’daki yaşam

2- Sömürgenin ilk yayılımı

Hikâye, Okonkwo’nun çevresinde şekillenir. Evini, eşlerini, çocuklarını okuruz. Dipten zirveye tırmanmıştır Okonkwo, biraz sert ve gergin, biraz da kibirlidir. Yaşadıkları toplum ilginç ritüellere – zaten bu da eseri tüm dünyada raflara koyar –  sahiptir. Mesela erkekler statülerini daha çok kadınla evlenerek yükseltirler. Fakat kadınları aynı evlere yerleştirmezler. Kadın sayısı arttıkça ev sayısı da artar. Üç kadın, üç ayrı ev demektir. Her kız çocuğu ise ayrı bir başlık parası demektir. Erkek, kendi kurduğu “Obi” isimli yuvasında genelde yalnız kalır, her eş onun için ayrı bir yemek gönderir.

S 45: “Böyle deyip ikinci eşinin yemeğini açtı ve yemeye başladı. Obiageli getirdiği kâseyi alıp annesinin kulübesine döndü. Ardından elinde üçüncü yemekle Nkeçi girdi. Nkeçi, Okonkwo’nun üçüncü eşinin kızıydı.”

 

Achebe bizi toplumun derinliklerine götürürken sade bir üslup seçer. Özellikle Yam Festivali isimli bir halk gününden bahseder. Detayları okudukça okurun merakı artar. Özellikle seçilen spor dalı okura “Tüm dünyada insanların birbirine benzediğini” düşündürtür: Güreş! 

S 46: “Arkalarında kutsal olarak kabul edilen büyük ve eski bir kapok ağacı vardı. Bu ağacın içinde, doğurulmayı bekleyen iyi çocukların ruhları yaşardı. Sıradan günlerde, çocuk isteyen genç kadınlar onun gölgesi altında oturmaya gelirdi.”

 

Hikâye ilerledikçe “kavgalar ve mücadeleleri” okuruz. Nihayetinde ufak sayılabilecek bir topluluk bir arada yaşamaya çalışıyordur. Fakat kurallar kadim gelenekle ilgilidir. Kadim olması kuralların içselleştirilmesini kolaylaştırmıştır sanki. Teolojik olarak düşünüldüğünde manidar bir içselleştirmedir bu; basit ama tesiri oldukça kuvvetli… Dolayısıyla da her mesele de bir teatral atmosfer mevcuttur. Suçlunun yargılanması bile… Halk, bu gerçekçi eylemi de bir gösteriye dönüştürür. Etki de artar hâliyle… Bir anda okur kendisini farklı kıyafetler giyen yargıçların arasında bulur. Kıyafetler farklı olsa bile suçluyu ortak bir iradeyle yargılarlar bu geleneklere aşırı bağlı yargıçlar.

S 86: “Ben Kötülük Ormanı’yım, ağzı dolduran kuru etim, çalı çırpı olmadan yanan ateşim. Kaynın sana şarap getirdiğinde kız kardeşinin onunla gitmesine izin ver. Seni selamlıyorum.”

 

Romandaki izlek Afrika kültürüdür. Doğumdan düğüne; yetişkinlikten ölüme… Her kesit romanda kendisine yer bulur. Gelenekleri belirleyen her keskin evre dikkatle incelenir. Mesela ölüm:

S 109: “Erkekler ortalıkta deli gibi koşturup gördükleri her ağacı, her hayvanı kesti, duvarların üstünden atlayıp çatılarda dans etti. Bu bir savaşçı cenazesi olduğundan sabahtan geceye dek farklı yaş gruplarından savaşçılar gelip gitti.”

 

Achebe, beşeri bir meselenin ışığını yayarak okuru Afrika ormanlarının en dibine kadar götürür. Yanılgılar, yanlış anlaşılmalar, bir anlık hatalar… Her ögesiyle gerilimi yüksek bir romandır Parçalanma. Karakterimiz de maneviyatıyla bu gerilimi daima besler.  Okonkwo doğru zamanda yanlış bir iş yapmıştır ve bunun cezasını çekmek üzere köyünü terk etmek zorunda kalır.

S 112: “Obierika düşünmeyi seven bir adamdı. Tanrıçanın isteği yerine getirildikten sonra obi’sinde oturup arkadaşının felaketi için yas tuttu. Bir adam kazara işlediği bir suç yüzünden neden bu denli ağır bir acıya maruz kalıyordu?”

 

Tabii Afrika, tabii beyaz adamlar… Anlatılan devir “içe kapalı kalanların” yaşadığı bir devir. Eğitim, okul, kilise gibi batı dünyasına ait hiçbir şey yok. Beyaz adam ise hikâyelerden ibarettir.  

S 125: “Beyaz adamlar hakkında hikâyeler işittik; güçlü silahları ve iksirleri varmış, köleleri alıp deniz yoluyla götürüyorlarmış. Ama hiç kimse hikâyelerin doğru olduğunu düşünmedi.”

“Doğru olmayan bir hikâye yoktur.”

 

İlginç ve vahşi uygulamalar olsa olsa mertlik, dürüstlük, arkadaşlık halk arasında müthiş güçlüdür. Öyle sanıyorum ki vahşi uygulamaların sebebi her fırsatta insanlardan intikam alır gibi davranan doğa ile ilgilidir. İnsanlar bir nevi doğayı taklit etmişlerdir.

Okonkwo, üç karısı, on bir çocuğu ile annesinin köyünde sürgün hayatına başlar. Hüzünlüdür. İkinci yılın sonunda öldürdüğü çocuğun babası Obierika elinde iki para çantasıyla çıkıp dostunu ziyarete gelir. Ona kin beslememiştir. Aksine dostunun kalan ürünlerini satıp paraya çevirmiştir.

S 126: “Sen dönene dek bunu her yıl yapacağım. Şimdi paraya ihtiyacın olabileceğini düşünüp getireyim dedim.”

 

Okonkwo’nun şan, şöhret ve zenginlikle süren yaşamı düşüşe geçmiştir. Uzaktaki memleketini özleyerek geçiyordu yaşamır. Uzaklardan gelen haber ise ilginçtir doğrusu. Beyaz bir misyoner, halkın arasında gezmeye, tek tanrıdan bahsetmeye başlamıştır. Şimdilik bu tanrı bir deli saçması gibi gözükmektedir.

S 130: “Misyoner onu duymazdan gelip Kutsal Üçleme’yi anlatmaya devam etti. Sonunda Okonkwo adamın kesinlikle deli olduğuna kanaat getirdi.”

 

Beyaz adam ileride, siyah adam geridedir! Beyaz adam, dinini yayabilmek için toprak ister. Siyah adam, ona kötülükler ormanını işaret eder. Kötülükler ormanı cüzzamlı hastaların gömüldüğü, güçlü putların atıldığı bir uğursuz alandır. Kilise ise orada yükselir.

S 132: “Mbantalılar sakinleri hepsinin dört gün içinde öleceğini düşünüyordu. İlk gün geçti; ikinci, üçüncü, dördüncü gün geçti ama hiçbiri ölmedi. Herkes şaşkındı. Bir süre sonra beyaz adamın putunun olağanüstü güçleri olduğu konuşulmaya başlandı.”

 

Romana konu olan halklara ilişkin iki inanış oldukça ilginçtir: İkiz çocuklar ve Pitonlar…

Halk, ikiz çocukları dışlıyor, hatta karanlık ormana görmüyordur. Bu tepkinin sebebi korku, lanet benzeri bir şeydir. Pitonlar ise halk arasında rahatlıkla gezinen kutsal yaratıklardır, onlara saldırmak ve öldürmek büyük günahtır. Öyle ki günlük yaşama sızmıştır bu devasa sürüngen.

S 144: “Artık gökkuşağı da belirmeye başlamıştı. Bazen iki gökkuşağı oluyordu, biri anne diğeri ise kızı gibiydi: Biri genç ve güzel, diğeri yaşlı ve soluk bir gölgeydi. Gökkuşağına, gökyüzünün pitonu deniyordu.”

 

Antik bir pencere açılır medeni okura: Kişinin kol gücünün her şey olduğu bir diyar! Dolayısıyla kalabalık bir klan olmak çok önemlidir. Dualar bile bu niyetle edilir.

S 146: “Daha fazla para için değil, daha çok akraba için dua ediyoruz.”

 

Roman, put inancı konusunda bilgilendirmeye devam eder okuru.

S 159: “Küçük tanrılara daha fazla önem veriyormuşuz gibi gözüküyor ama aslında öyle değil. Onları daha fazla rahatsız ediyoruz, çünkü Efendi’lerini rahatsız etmekten korkuyoruz.”

 

Maalesef beyaz adamın gelişi köklü bir değişimin başlangıcı olmuştur. Sistemli düşünme tarzı geleneklerine bağlı Afrika insanı için bir bilmecedir. Onlar her musibetin doğadan, tanrıdan, atalardan olduğunu düşünürler. Beyaz adam ise sakindir, İngiltere prensesini temsil ediyordur, gücünü yaymadaki bilgisi ise elbette maziden (Taaaa Roma’dan, hatta Büyük İskender’den…) geliyordur. Maalesef güçlü kuvvetli bir adam olan Okonkwo bile bu ilahi değişim karşısında duramaz. Siyahi halk öylece teslim olur bu yeni dine ve yeni sisteme.

Achebe - Parçalanma