Abiciğim
Bugün hiç neşeli bir şey olmuyordu evde. Aslında günlerden pazardı.
Tabletle oynamak bile zevk vermiyordu. Zaten şarjı da eskisi gibi uzun süreli gitmiyordu. Babam yeni bir batarya almalıydı ama… Acelesi yoktu galiba bu işin de.
Kahvaltıyı henüz bitirmiştik. Pişi yapmıştı annem bize. Biz patates kızartması da istemiştik ama kızartmamıştı annem. Abimi sonra iş yerinden aramışlardı, sızlana sızlana işe gitmişti.
Annemin mutfaktaki sesleri duyuluyordu. Hep aynı sesler… Öyle sanıyorum ki bugün babamla ikisi pazara giderler. Ben de evde kalırım. Gerçi beni pek evde yalnız bırakmıyorlar. Geçen abim beni çıplak kadın fotoğraflarına bakarken yakaladı. Kızdı biraz. Ama kızmaktan çok dalga geçti benimle. “Seni onlarla evlendirmek lazım…” falan dedi. Bir sürü laf etti. “Niye bakıyorsun, bu kızlar seni gece kovalar,” deyip korkuttu beni. Günah işliyormuşum. Beni mahallenin imamına götürecekmiş. Ancak o gelirmiş benim gibi kafirlerin hakkından. Ben kafir değilim ama… Hep dalga geçiyor yalnız kaldığımızda. Bir keresinde çok ağladım, artık dalga geçmeyeceğine söz verdi. Sarıldı bana. Ama pek güvenemiyorum ona.
Odasına gelmek üzere koridorda ilerleyen babasının kendine özgü güçlü ilerleyişini duyumsayınca dikkat kesildi, türlü tahminleri sıralayarak merakla bekledi; uzun boyuyla oda kapısının önünde durdu, yüksek ve katılım bekleyen babacan bir enerjiyle “Hadi aslanım…” dedi: “Gel araba yıkatmaya gidelim seninle.”
Boyu, elleri, ayakları, parmakları… Her şeyiyle büyüktü babam.
Neşeli olmasa da fena bir iş değil diye düşünüp “Tamam,” dedim, demiş bulundum. Giyinip kuşandım. “Arabayı yıkarız, babam beni geri bırakır, bu sefer annemi alır, pazara giderler,” diye düşündüm. Araba yıkamak da fena keyifli bir işti. Kabul etmek gerek. Önce nazlandım ama şimdi çok istiyorum. Hava da ne güzel, güneşli baya… Gerçi son araba yıkama maceramızda biraz ıslanmış, güldürmüştüm etraftaki insanları.
Arabamız oturduğumuz apartmanın hemen girişindeydi. Ben yan koltuğa geçtim her zamanki gibi. Ama gözüm şoför koltuğunda artık. Abim bazen kullanıyor. Benim de onun gibi büyümem lazım, biraz çabuk büyümek istiyorum. Onu geçmeyi düşlüyorum hem boy olarak hem şoför olarak.
Çıkıyoruz yola. Babam ben seviyorum diye Sefo’yu açıyor. Sefo dinliyoruz yüksek sesle. Babam videomuzu çekip internete yüklüyor. “Aslan evladımmmm” diye yazıyor videoda.
Araba da kirlenmiş gerçekten… Babam işe gidip geliyor bu arabayla. Toz toprak içinde. Kendisi lavabo musluk satan bir dükkânda çalışıyor. Zaten araba da onların arabası. Üzerinde onların ismi yazıyor yani. Ama hep bizde. Keşke babamın ismi yazsa. Veya annemin. Mahallede bir abi var, kırmızı arabasının arkasına çocuklarının ismini yazmış ne güzel. Bizim arabanın içi epey büyük. Temizlemek yoruyor babamı. Bir sürü düğmesi var arabanın. Bir keresinde babam camın önüne bile oturtmuştu beni. Orada fotoğrafımı çekmişti. Bir keresinde de o boşlukta yavru kedi taşımıştık. Babam “bizim araba” diyor, teybin üstüne sigara paketini koyuyor. Düşünüyorum da babam bugüne dek ne çok işte çalıştı. Eskiden Haribo şoförüydü.
Onun arkadaşları bu mesleği duyunca çok güler ve imrenirlerdi. Şimdiki işine o kadar imrenmiyorlardı. Şimdiki işi diğer işler gibiydi.
Babamın dükkânı enva-i çeşit muslukla dolu. Bazen ben de gidiyorum. Bir keresinde babam beni bir klozete oturup fotoğrafımı çekti ve internete yükledi. Bana türkü söyletmeye çalıştı. Annem de babama yakın bir yerde çalışıyor, birkaç yıldır gidip geliyor işe; o yaşlı bir avukat amcanın yanında çalışıyor. Onun yanına da gidiyorum bazı günler. Avukat amca bazen bana tatlı söylüyor aşağıdaki pastaneden. Mozaik pasta seviyorum ama hep de aynı tatlıyı istemiyorum utanarak. Artık avukat amca ne isterse… Bir keresinde avukat amca bana kıyafet de hediye etti. Annemin babama gizlice söylediğine göre bu kıyafetler avukatın torununa aitmiş. Fakat torunu pek giymemiş. Annem biraz utanarak konuşuyordu, beni görünce de şaşırmıştı. Bense avukatın torununu düşünüp mutlu olmuştum. Belki bir gün karşılaşırız ve arkadaş oluruz onunla. Aynı kıyafetleri giydiğimize göre iyi anlaşabiliriz onunla. Bizim mahalle pek şenliklidir. Silah bile taşır abiler…
Araba yıkamak için bir petrol istasyonuna giriyoruz. Doğruca yıkama alanına… Bir sürü araba. Sarı montlu petrolcü amcalar. Markete doluşan insanlar. Pahalı olduğu için babamın bana yasakladığı oyuncak arabaların olduğu küçük market. Babamın cebi bozuk paralarla dolu. Çıkarıyor hepsini. Çünkü bozuk para makineleriyle çalışıyor yıkama aletleri. Parayı atıyorsunuz, tabancanız suyla doluyor. Muhteşem bir şey… Ama tabancalar çok ağır olduğu için ben kullanamıyorum. O da yasak bana. Ben köpük tabancasının ardından devreye giriyorum. Babam bana “Sünger tabancası” lakabını taktı. Süngeri alıp bütün arabayı süngerle temizliyorum. Bir keresinde babam beni kucağına alıp kaldırdı ve arabanın üstünü temizletti, öyle çok eğlenmiştik ki… Aslında işim köpüğü arabanın yüzeyine yaymak. Köpük tabancasının zamanı dolduğunda babam bir fırçayla arabanın paspaslarını da köpüklüyor benim köpüklerimden çalarak.
Sonra su tabancası… Bir adım geri çekilmeli… Köpüklerin arabadan akıp su giderlerine dolmasını çok seviyorum. Beyaz beyaz oluyor arabanın altı. Araba değil de köpükler üstünde duran bir gemi sanki. Ama çabucak kayboluyor köpükler. Babam paspasları kuruması için kurutma demirlerine götürürken ben bir bez alıp başlıyorum arabayı kurutmaya. Bir köpek gelip yerleşiyor az uzağa. Bizi izliyor. Beni yemek istiyor galiba. Abim korkutmuştu beni bir köpeği gösterip. Babam kovalıyor köpeği. O esnada çekçekle camlardaki suyu temizliyor. “Baba…” diyorum: “Arabayı çek. Araba geldi.” Arkamıza bir araba yanaşmış, bizi bekliyor. Babam direksiyona geçip çıkartıyor arabayı. Yeni gelen arabanın şoförü bana gülümsüyor. Onun arabası daha gösterişli. Onu da yıkamak geliyor içimden. Göz kırpıyorum şoföre. Onun gibi olmak, onun gibi direksiyonu çevirmek istiyorum ama daha küçüğüm tabii. Güneşe denk geliyor bizim araba. Kuruyor kendiliğinden. Biz de arabanın içini elimizden geldiğince temizliyoruz. Benim yine üstüm başım su olmuş. Babam yine kızıyor bana. Ama gülüyor bir yandan da. Müzik açıyor bize. Zaten etraftaki arabalar da müzik açmış. Hoplamalı zıplamalı şarkıları seviyorum ben. Bir ara babamın bir arkadaşı geliyor yanımıza, laflıyor bizimle. Babam biraz uzaklaşıp sigara yakıyor. Ben devam ediyorum silmeye arabayı. Bir an oto yıkamacı olmayı düşlüyorum. Ne güzel bir iş aslında. Annem avukat amca gibi olmamı istiyor. Ama onun işi çok sıkıcı. Hiç eğlenceli değil. Bir sürü kâğıt, kitap… Acayip sıkıcı bir limon kolonyası… Tek güzelliği masasından pek eksik olmayan, misafirlerine sunduğu çikolatalar…
Akşam olunca mutfakta toplanıyoruz.
Abim halen işte.
Biz acıkmışız. Babamlar pazardan gelmişler. Simit çiğ köfte falan getirmişler. Annem çorba koydu birer kâse. Öyle karışık bir masa oldu. Zeytin, peynir, domates… Ben susam yemeye bayılıyorum. O yüzden dökülen susamları parmağımı tükürükle ıslatarak yiyorum. Annem kızıyor gibi. O da biraz tuhaf, kızıyor mu kızmıyor mu pek anlaşılmıyor. Evi temizlemiş kaşla göz arasında. Fark edemiyorum. Son lokmalarımıza doğru halamla eniştem geldiler. Onlar da kalan simitleri yediler. Abimin payı kalmadı yani. Annem aradı onu. Zaten yemek istemiyormuş. Ben yine de kızıyorum halama. Şişman kadın! Sürekli bir şey yiyor evimize geldiğinde. Neyse ki şişman kızlarını getirmemiş kendisiyle. Onlar beni pek sevmiyorlar galiba.
Abim geliyor karanlıktan sonra. Bir rüzgâr getiriyor sanki kendisiyle. Ev soğuyor nasıl oluyorsa. Gözü şişmiş. Kavga etmiş galiba.
Öğreniyorum yavaş yavaş: Abimi birileri dövmüş.
Annem “Ay o nasıl patron?” diye sorup avukatı aramak istiyor. Babam durduruyor onu. Annem baya ağladı durduktan sonra. Bir iki küfür de etti.
Babası abisinin odasına girdi. Bir ara yükseltip sesini olan biteni tümüyle öğrenmek istedi, oğlunu da suçlayıp allak bullak olan kafasını nasırlı ellerinin arasına aldı. Ağlasa olmayacak, tutsa gözyaşlarını, o hiç olmayacak. Bir koca cendere! Birkaç kişiyi toplayıp gitse… Ama bir gözüyle de hep oğluna bakıyordu, liseyi bitiremeyen, girdiği işte dikiş tutturamayan, sigaraya ve gezmeye düşkün haylaz oğluna…
Kapı biraz açık kalmıştı. Annemin yanına halam oturmuştu. Enişte de balkona çıktı, bir sigara yaktı. Bu enişte demek sigara ve küllük demek… Ben yalnız kaldım, öyle dolaştım önce, sonra dedim erkekler neredeyse ben de gideyim oraya. Ama beni almadılar odaya. Ben de inat edip koridorda kaldım, onları dinledim.
Abim “Bizi oto yıkamacıya götürdüler,” dedi babama: “Orada da işte… Oranın sahibi, çalışanlar falan dövdüler bizi.”
Abim meğerse işe biraz geç kalmış…
Annemi kimse durduramadı, avukatı aradı gecenin bir vakti. Amca açtı telefonunu hemen. Annem hoparlörü de açtı. Dinledik amcayı.
Avukat amca “Darp raporu için hastaneye gitsin,” dedi. “Sonrasını ben hallederim,” dedi.
Ben de anlamıştım artık meseleyi. Avukat amca da.
Halamla eniştem gittiler evlerine. Biz de kaldık salonda. Abime çay koydu annem. Abim salona geldi. Dünden kalma iki parça kalburabastı vardı, annem getirdi ama abimin canı istemedi. Kimse yemedi. Abim baya ağlamış galiba… Annemin anlattıklarını dinliyordu. Doktora gidecekler ama abim direniyor. Babam da pek o tarafa yönelmiyor. Ben “Giderlerse ben de giderim,” demek istiyorum. “Baba… Ben de geleyim hastaneye,” diye bağırıyorum neşeyle.
Abim bana bakıyor. Sinirli sanki… Bana niye kızıyorsa? Gücü bana yetiyor.
Abimin sanki cesareti kaybolmuş. Ayakları, elleri, gözleri… Her şeyi değişmiş. Sürekli ağlıyor, bazen titriyor. Düzelmeyecek gibi. Küfür etti birkaç kez. Birisi onu aradı, odasına gidip orada da küfür etti. Ben de gittim onunla. Beni kovmadı odasından, şaşırdım. Dolaştı durdu elinde telefonla. Ben yatağın ucuna iliştim, beni kovar diye hiç kıpırdamadım oturduğum yerde. Nefes bile almadım. Abim arada bana baktı telefonla konuşurken. Ama hiç değişmedi. Beni gördü sadece. Üzerinde de iş yerinin verdiği yeşil yelek. Bazı yerleri hep kan olmuş. Burnu çok kanamış çünkü. Yeşil yeleğin hemen arkasında kahve falan yazıyor. Yabancı şeyler yazıyor, tam okuyamıyorum onları, o kadarını öğrenmedik okulda. Ama biliyorum, abim kahve ustası. Öyle demişti bir keresinde. Bazen eve de getiriyor kahve, annem için… Abim sonra kovuyor beni odadan. Başka birisini arıyor ben odadan çıkarken. “Abi…” dedi telefonda ilk konuştuğu kişiye. “Abi… Zaten fazla çalıştırıyordu bizi. Sürekli küfür falan… Bugün de öyle çağırınca… Gitmemize rağmen geç kalmışız diye diklendi. Dedik altta kalmayalım. Haklarımız var sonuçta. Şerefsiz herif, aldı bizi götürdü. Sonra da olanlar oldu. Bizi döven de bizim gibi ama… Üç kuruş para için…”
Abimi alıp götürmüşler, bir oto yıkamacıya sokmuşlar. Patronları da oradaymış. Dövmüşler abimi. Artık oto yıkamacı olmayı hiç ama hiç istemiyorum.